28 Aralık 2009 Pazartesi

Etkili İnsanlarin Alışkanlıkları

1. PROAKTİF OL
2. SONUNU DÜŞÜNEREKİŞE BAŞLA
3. ÖNEMLİ İŞLERE ÖNCELIK VER
4. KAZAN-KAZANDİYE DÜŞÜN
5. ÖNCE ANLAMAYA, SONRA ANLAŞILMAYA ÇALIŞ
6. SİNERJİ YARAT
7. BALTAYI BİLE
8. SESİNİ BUL VE İNSANLARAKENDİ SESLERİNİ BULMALARIİÇİN İLHAM VER
Kişisel Vizyon İlkeleriBu kitabı okurken kendinize dıştan bakmayı deneyin. Bilincinizi yukarıya, odanın bir köşesine doğru yollayıp kendinizi, kitabı okurken görmeye çalışın. Kendinize, hemen hemen bir başkası gibi bakabilir misiniz?Biz, duygularımızdan ibaret değiliz. Ruhsal durumlarımızdan da ibaret değiliz. Hatta düşüncelerimizden de ibaret değiliz. Bütün bunları düşünebiliyor olmamız, bizi bunlardan da, hayvanlar dünyasından da ayırır. Özbilincimiz, dışarıdan bakıp kendimizi nasıl “gördüğümüz”ü; yani, etkili olmanın en temel paradigması olan kendi paradigmamızı incelememizi sağlar. Aslında üç toplumsal harita; insan doğasını açıklayan, birbirinden bağımsız olarak ya da bir arada kabul gören üç determinizm (belirleyicilik) kuramı vardır. 1. Genetik (kalıtsal) determinizm, doğanızı temelde atalarınıza borçlu olduğunuzu söyler. Bu nedenle çabuk öfkeleniyorsunuz. Atalarınız da çabuk öfkelenirdi ve bu sizin DNA’nızda var. Örneğin İrlandalı iseniz, İrlandalıların doğası gereği, çabuk öfkelenmek sizin kanınızda var demektir.2. Psişik (ruhsal) determinizm, aslında her şeye annenizle babanızın neden olduğunu söylüyor. Yetiştirilme tarzınız, çocukluk deneyimleriniz, temelde karakter yapınızı ve kişisel eğilimlerinizi belirliyor. Bu nedenle bir topluluk karşısına çıkmaktan korkuyorsunuz. Annenizle babanız sizi böyle yetiştirmişler. Bir hata yaptığınız zaman kendinizi alabildiğine suçlu hissediyorsunuz, çünkü benliğinizin derinliklerinde çok savunmasız, zayıf ve bağımlı olduğunuz sırada içinize yer eden o duygusal senaryoyu “hatırlıyorsunuz”. 3. Çevresel determinizm temelde her şeye patronunuzun ya da eşinizin, ya da o şımarık yeni yetmenin ya da ekonomik durumunuzun ya da milli siyasetin neden olduğunu söylüyor. Durumuzdan, çevrenizdeki biri ya da bir şey sorumlu.Proaktif Model“Proaktivite”nin Tanımı: Proaktivite sözcüğü, iş yönetimi literatüründe oldukça sık rastlanılan, ancak birçok sözlükte yer almayan bir sözcüktür. İnisiyatifi ele almaktan çok daha öte bir anlamı vardır: İnsan olarak, kendi yaşamlarımızdan sorumlu olduğumuzu ifade eder. Davranışlarımız, koşullarımızın değil, kararlarımızın işlevidir. Değerlerimizi duygularımızdan üstün tutabiliriz. Bazı şeylerin olması için hem inisiyatifimiz vardır, hem de sorumluluğumuz.Doğamız gereği proaktif yaratıklarız. Reaktif insanlar, çoğu zaman fiziksel çevrelerinden etkilenirler. Hava iyiyse onlar da kendilerini iyi hissederler. Hava iyi değilse, bu, tutumlarını ve çalışmalarını etkiler. Proaktif insanlar ise, havalarını birlikte taşıyabilir. Hava açmış, ya da yağmur yağmış, onlar için fark etmez. Onları gerçek değerler etkiler. Kaliteli iş çıkarmaya değer veriyorlarsa, bunun, havanın uygun olup olmamasıyla bir ilgisi yoktur.Reaktif insanlar toplumsal çevrelerinden, “toplumsal hava”dan da etkilenir.Reaktif insanlar, duygusal yaşamlarının merkezi olarak başkalarının davranışlarını seçer, diğer insanların zayıflıklarının kendilerini denetlemesine izin verirler.Bir değeri anlık bir dürtünün önüne geçirme yeteneği, proaktif bir insanın özünü oluşturur. Reaktif insanları yöneten duygular, koşullar, olaylar ve çevreleridir. Proaktif insanı ise, değerler; dikkatle düşünülmüş, seçilmiş ve sindirilmiş değerler yönetir.Proaktif insanlar da fiziksel, toplumsal ya da psikolojik dış dürtülerden etkilenir. Ancak onların dürtülere bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde verdikleri tepki, değere dayanan bir seçim ya da tepkidir.Eleanor Roosevelt’in dediği gibi: “İzniniz olmadıkça kimse size zarar veremez.” Ya da Gandi’nin dediği gibi: “Biz kendi elimizle teslim etmedikçe, onlar özsaygımızı alamazlar.”Bize zarar veren, başımıza gelenler değil, onlara gösterdiğimiz tepkidir. Kuşkusuz, bazı şeyler bize fiziksel ya da ekonomik açıdan zarar verip kederlenmemize yol açarlar. Ancak karakterimizin, temel kimliğimizin zarar görmesine hiç gerek yoktur.İnisiyatifi Ele AlmakDoğamızın temelinde yatan, edilginlik değil, etkinliktir. Bu, hem belirli koşullara göstereceğimiz tepkiyi seçmemizi sağlar, hem de koşulları yaratmak için bize güç verir.İnisiyatifi ele almak; saldırgan, tiksindirici ya da itici olmak demek değildir. Olayların gelişimindeki sorumluluğumuzu kabullenmek demektir. Birçok kişi bir şeyler olmasını ya da birinin kendileriyle ilgilenmesini bekler. Ama sonuçta iyi işlere girenler, sorun yaratan değil, sorunlara çözüm getiren, gerekeni yapmak için inisiyatifi ele alan, işini yaparken doğru ilkelere uyan kişilerdir.Tabii, kişinin olgunluk düzeyini de hesaba katmamız gerekir. Duygusal bakımdan bağımlı olan kişilerden yüksek derecede yaratıcı bir işbirliği bekleyemeyiz. İnisiyatifini kullanabilen kişilerle kullanamayanlar arasındaki fark, gerçekten de geceyle gündüz arasındaki fark gibidir.İş kuruluşları, halk toplulukları, aileler de dahil olmak üzere her türlü kurum proaktif olabilir. Proaktif kişilerin yaratıcılık ve beceri güçlerini bir araya getirecek kurum içerisinde proaktif bir kültür yaratabilirler. Kurumun çevreye boyun eğmesi gerekmez; ilgili kişilerin ortak değer ve amaçlarını değerlendirmek için inisiyatifi ele alabilir.Tutum ve davranışlarımız paradigmalarımızdan kaynaklandığına göre, onları incelemek için özbilincimizden yararlanırsak, içlerinde temel haritalarımızın niteliklerini görebiliriz. Örneğin, kullandığımız dil, kendimizi ne ölçüde proaktif bir insan olarak gördüğümüzün çok gerçek bir göstergesidir.Reaktif Dil Proaktif DilYapabileceğim hiçbir şey yok. Seçeneklerimize bir bakalım.İşte ben böyleyim. Farklı bir yaklaşımı seçebilirim.Beni öyle kızdırıyor ki. Duygularımı kontrol edebilirim.Buna izin vermezler. Ben etkili bir sunuş yapabilirim.Bunu yapmam gerekiyor. Uygun bir tepkiyi seçeceğim.Yapamam. Seçerim.Yapmalıyım. Yeğliyorum.Keşke. Yapacağım.Reaktif dille ilgili ciddi bir sorun, onun kendi kendisini doğrulayan bir kehanet olmasıdır. İnsanlar, inanmaları gereken paradigmaya güçlü bir biçimde bağlanır ve bu inançlarını desteklemek için de kanıtlar gösterirler. Gitgide kendilerini yenilmiş ve denetimden çıkmış, yaşamlarını ya da kaderlerini yönlendirmekten aciz biri gibi hissederler. Dış güçleri suçlarlar. Koşulları, başkalarını, hatta yıldızları bile. Düştükleri durumdan onları sorumlu tutarlar.İlgi Alanı/Etki AlanıKendi proaktivite derecemizi daha iyi kavramak için mükemmel bir yol da, zaman ve enerjimizin odak noktasına bakmaktır. Hepimiz bir dizi şeyle ilgileniriz: Sağlığımız, çocuklarımız, iş yerindeki sorunlarımız, ulusal borç, nükleer savaş. Bunları, zihinsel ya da duygusal açıdan bizim için önem taşımayan şeylerden, bir “İlgi Alanı” yaratarak ayırabiliriz.Diğer yandan reaktif insanlar, çabalarına odak noktası olarak ilgi Alanı’nı seçerler. Dikkatlerini başkalarının zayıflıklarına, çevredeki sorunlara ve denetleyemedikleri koşullara verirler. Seçtikleri odağın sonuçları suçlayıcı davranışlar, reaktif bir dil ve gitgide artan bir yenilmişlik duygusu olur. O odaktan yayılan negatif enerji, bu kişilerin bir şeyler yapabilecekleri alanları ihmal etmeleriyle birleşince, Etki Alanı da küçülür.İlgi Alanımızın içinde çalıştığımız sürece, oradaki şeylerin bizi denetlemesine izin veririz. Pozitif bir değişiklik yapmak için gerekli olan proaktif inisiyatifi ele almamış oluruz. Konumu, serveti, işi ya da ilişkileri nedeniyle, bazı durumlarda kişinin Etki Alanı, İlgi alanından geniş olabilir. Bu durum, insanın kendi kendine yarattığı duygusal bir miyopluğa yol açar. İlgi alanında yoğunlaşmış bir başka bencilce reaktif yaşam tarzıdır bu..“Olsaydı”lar ve “Olabilirim”lerİlgimizin hangi dairenin içinde olduğuna karar vermenin bir yolu da “olsaydı’larla” “olabilirim’leri” birbirlerinden ayırt etmektir. İlgi Alanı, olsaydı’larla doludur.“Evimin ipotek borçları ödenmiş olsaydı, çok mutlu olurdum.”“Keşke despot olmayan bir patronum olsaydı...”“Keşke daha sabırlı bir kocam olsaydı...”“Daha itaatli çocuklarım olsaydı...”“Diplomam olsaydı...”“Kendime ayırabileceğim daha fazla zamanım olsaydı...”Etki Alanı ise, “olabilirim”lerle doludur. Daha sabırlı olabilirim. Daha bilge olabilirim. Daha sevecen olabilirim..Bu, karakter odağıdır Değişim paradigması “dışarıdan içeriye”dir. Bizim değişmemiz için önce dışarıdakinin değişmesi gerekir.Proaktif yaklaşım içten dışa değişmektir. Farklı olmak ve farklı olarak, dışarıdaki etkeni olumlu yönde değiştirmektir.Kendim değişmeliyim. Daha verimli olabilirim. Daha yaratıcı olabilirim. Daha fazla yardımcı olabilirim. Evlilik konusunda bir sorunum varsa, durmadan karımın hatalarından söz etmek bana aslında ne kazandırır? Sorumlu olmadığımı söyleyerek, kendimi güçsüz bir kurban durumuna düşürürüm; olumsuz bir konumda sıkışıp kalırım. Ayrıca karımı etkileme yeteneğim de azalır; dırdırcılığım, suçlamalarım, eleştirici tavırlarım, onun kendi zayıflığının doğrulandığını hissetmesine yol açar yalnızca. Durumumu düzeltmeyi gerçekten istiyorsam, denetimim altında olan o tek şeyin-yani kendimin-üzerinde çalışabilirim. Karımı hizaya getirmekten vazgeçip kendi zayıflıklarımla ilgilenebilirim. Herhalde karım da bu proaktif örneğin gücünü hisseder ve bana aynı biçimde karşılık verir. Ama bu yapsa da yapmasa da, durumumu olumlu bir biçimde etkilemenin tek yolu, kendimin, kendi benliğimin üzerinde çalışmaktır. Mutluluk, mutsuzluk gibi, proaktif bir seçimdir. Etki Alanımızın içine hiçbir zaman girmeyecek şeyler vardır; iklim koşulları gibi. Ama proaktif insanlar olarak kendi fiziksel ya da toplumsal havamızı birlikte taşıyabiliriz. Mutlu olabilir ve o anda denetleyemediğimiz şeyleri de kabul edebiliriz. Bir yandan da, değiştirebileceğimiz şeyler üzerinde odaklanırız.Davranışlarımızı ilkeler yönetir. IBM’in kurucusu T.J. Qatson’un dedeiği gibi: “Başarı, başarısızlığın uzak yanındadır.”Ancak, bir hatayı kabul etmemek, düzeltmemek ve bundan ders alamamak da, başka türlü bir hatadır. Bu, genellikle insanın kendini aldatmasına, haklı bulmasına, çoğu zaman da kendisine ve başkalarına akılcı açıklamalarda bulunmasına (akılcı yalanlar) neden olur.Bizi en çok yaralayan başkalarının hataları, hatta kendi hatalarımız değil, bütün bunlara verdiğimiz karşılıktır. Bizi sokan zehirli bir yılanın peşinden koşmamız, zehirin bütün sistemimize yayılmasını sağlar yalnızca. Zehiri vücudumuzdan atmak için hemen önlemler almak, çok daha iyidir.Özbilinç ve vicdan gibi doğuştan gelen, insana özgü yetilerimiz sayesinde zaaflarımızın, düzeltilebilecek yanlarımızın, geliştirilebilecek yeteneklerimizin, değiştirilmesi ya da yaşamımızdan atılması gereken yanlarımızın farkına varırız.

Sizi proaktivite ilkesini otuz gün denemeye davet ediyorum. Yalnızca deneyin ve neler olacağına bakın. Otuz gün boyunca,
· Yalnızca Etki Alanınızın içinde çalışın.
· Önemsiz sözler verin ve bunları yerine getirin.
· Yol gösterici olun, yargıç değil.
· Örnek olun, eleştirmen değil.
· Çözümün parçası olun, sorunun değil.Bunu evliliğinizde, ailenizde, işinizde deneyin. Başkalarının zayıflıklarını tartışmayın. Kendi zayıflıklarınızı da. Bir hata yaptığınızda bunu itiraf edip düzeltin. Bundan, anında ders alın. Başkalarını suçlamaya, hatayı onlara yüklemeye kalkışmayın. Denetiminiz altında olan şeylerin üzeride çalışın. Kendi üzerinizde çalışın. Olabilirim’in üzerinde çalışın.
Daha sabırlı olabilirim. Daha bilge olabilirim. Daha sevecen olabilirim..

Daha sabırlı olabilirim. Daha bilge olabilirim. Daha sevecen olabilirim..

Daha sabırlı olabilirim. Daha bilge olabilirim. Daha sevecen olabilirim..

proaktif ve reaktif kişilik...

“Reaktif Kişilik”, dış faktörlerin yönlendirdiği kişilikler için kullanılır. Bu kişilikler; panik, güvenlik duygusunu yitirmiş kırılgan kişiliklerdir. Edilgendirler. Çoğu zaman depresyona girerler. Başkalarının yargılarına haddinden fazla önem verirler. Bir kaşık suda fırtınalar koparırlar. Veyâhut ta başkalarının bir kaşık suda koparmış olduğu fırtınada rotalarını kaybederek boğulurlar. Tam bir trajedi senaristidirler. Âniden ağlamaklı ve hüzünlü olurlar. Kişisel kontrollerini kolayca kaybederler. Kişisel sınırlılıkları belirgin değildir. Hep başkalarının öngörüleriyle hareket ederler. Telkin, onların vazgeçilmez gıdasıdır. Sosyal rollerde tıkanıklar ve engellenme yaşarlar. Bu nedenle bilişsel ve davranışsal engellenme duygusunu kronik olarak yaşamaktadırlar. Seçme davranışını gerçekleştirmekte ise ikirciklidirler. Risk alamazlar. Sakınımlı, çekinceli, mesâfeci, devamlı olarak güvenlik duygusu arayan, korunmaya ve gözetilmeye yatkın bir kişilik zeminleri vardır. Bu kişilik örüntüsüne sahip olan bireyler, amaçlarına ulaşmakta sürekli “zorlantı” ve “gerilim” yaşarlar. Ütopik ve kurgusal olarak dâimâ facîayı ve yenilgiyi düşlerler/beklerler. Âdetâ havadan nem kaparlar. Ufak bir uyarandan veyâ veriden hareketle; heyecânla ve korkuyla genel çıkarımlar yaparak, problem durumunu her zaman abartılı [avangard] olarak algılarlar. Bu abartının izdüşümünde ise kontrolü kaybederler ve âdetâ her maça yenik başlarlar.

Diğer taraftan Pro-Aktif Kişilikler ise, kendi dışındaki faktörleri ve süreci yönlendirici bir kişiliklerdir. Pro-Aktif Kişilik, risk analizi yapan, kontrolü elden bırakmayan, yerinde ve zamanın risk alabilen, başarısızlıklarından dahi bir yaşam dersi çıkarabilen kişilik yapılanmasıyla tanımlanır. Yine Pro-Aktif kişilik kendisiyle barışık, öz-güveni yerinde, benlik saygısı yüksek bir kişilik örüntüsüyle karakterizedir. Bu kişilik profilinde olanlar, “birim olarak her seçme davranışını” muhakeme ve risk analizi sonucunda gerçekleştirirler. Bilgi ve entelektüel yeteneklerini sağduyularıyla birlikte kullanırlar. Bilişsel zekâları, duygusal zekâları ve ruhsal zekâları arasında senfonik bir uyum vardır. Kaygılarını gerçeklikle yüzleştirirler. Olaylara realist yaklaşırlar. Korku ve endişelerini “gerçeklik filtresi”nden geçirirler. Bu kişilik örüntüleri sâyesinde de yaşamın her alanında öğrenmeyi benimserler [yaşantıya dönüştürürler]. Problemlerini ve hatalarını, yeni bir öğrenme deneyimine ve yaşantısına dönüştürürler. Bütün var-oluşsal enerjilerini üst düzeyde kullanarak problemleriyle yüzleşirler. Kontrolü elden bırakmazlar. İç-disiplinlerinden kopmazlar. Her ne pahâsına olursa olsun, denemek ve öğrenmek taraftarıdırlar. Yanlış yaptıklarında, yanlışları üzerinden doğruyu; doğru yaptıklarında da, doğruları üzerinden mükemmeli öğrenirler.

proaktif... devam...

Stephen R. Covey, "Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı" isimli kitabında proaktif ve reaktif insan karakterlerini ayrıntılı olarak anlatıyor. Ve etkili insanlara proaktif olması gerektiğini açıklıyor. Çünkü etkili insanlar dış etkilerle hayatlarına yön vermezler. Kendi içlerinden kaynaklanan aktivite ile doğru ve ileriye yönelik kazanç sağlayacak hareketleri tercih ederler. Bir başka deyişle rüzgarın hızı ile hareket eden yaprak, dıştan gelen bir etkiyle yani reaktif olarak uçar. Ama bir kelebek rüzgarla değil, kendi isteğiyle ve dilediği yöne uçar.
Reaktif davranış tepkiye tepki ilkesiyle yürür. Size zarar verene sizin de zarar vermeniz, reaktif bir davranıştır. Ve bu davranışla her iki taraf da kaybetmiş olur. Ama, size kötülük yapana iyi ve doğru olanı öğretmeniz ve onun bir sonraki kötülüğü yapmasına engel olmanız, başlangıçta sizin kaybetmeniz gibi algılansa da neticede herkesin kazanması anlamına gelir.
Bunun için tüm gerçek liderler proaktif insanlardır. Tüm peygamberler, kendilerine yapılan çok büyük kötülüklere rağmen insanlara iyiyi, doğruyu, güzeli öğreterek proaktif bir davranış sergilemişler ve toplumlar üzerinde yüzyılları aşan bir etkiye sahip olmuşlardır. Hala da onların etkileri tüm insanlığı yönlendirmeye devam ediyor.

Hayata baktığımız nokta, bizim merkezimizi belirler. Eğer biz, hayata “ilkeler”e bağlı olarak bakarsak hayatın kendi kanun ve kurallarını, tarafsız gözle ve hak ölçüsüne uygun olarak algılarsak her zaman doğruyu yakalarız. Hırs merkezli bir gözlük varsa gözümüzde, gözümüz başka bir şey görmez olur. Kör bakışla veya hipnotize edilmiş gibi, hayatı sadece bir veya birkaç yönüyle görürüz. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edemeyiz. Yanlış ve hatalı bakış açısı, para merkezli, aile merkezli veya başka bir merkezli olabilir. İlim merkezli proaktif bir bakış açısı olmadıkça hepsi de bizi kısıtlar, sınırlar, yanlış yapmamızı artırır. Unutmayın ki siyahla beyaz arasında binlerce gri renk tonu vardır.

PROAKTİF OLMAK !

Günlük konuşmamızda sık sık karşılaştığımız bazı cümleleri , farkında olmadan biz de kullanmaya başladığımızı fark ederiz …
“Beni çok üzdün “
“Beni hasta ediyorsun “
“Beni sevindirdin “
“ Beni mutlu ettin “
Bütün bu konuşmalarda ortak olan şey ; üzülen , hasta olan , sevinen ve mutlu olan kişinin başına gelenlerle ilgili olarak “ Bu konuda yapacağım bir şey yok“ demesidir . Proaktif olmak , insiyatif almak , öne çıkmak , önceden tedbirini almak olarak dilimizde de yaygın biçimde kullanılmaya başlandı . Ancak proaktif olmak sadece insiyatif değil daha da fazlası “ sorumluluk “ almaktır . Yaptıklarımız , başımıza gelenler için sorumluluk almak “Proaktif “ olmaktır . Bunun tersi de sorumluluğu başkasına bırakmaktır “ Reaktif” olmak . “Etki” ye karşı gösterdiğimiz “ Tepki” nin sorumluluğunu almak etki alanımızı genişletecektir . S. Covey Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı adlı kitabında , birinci alışkanlık “ proaktif” olmaktır .
Bizlere yönelen “Etki”ye karşı gösterdiğimiz “Tepki” bize özel ve bizi yansıtır . Etki karışısında vereceğimiz tepkinin ne olacağını seçmek , insanlara ait büyük bir hak ve imtiyazdır . İnsanların etki karşısında vereceği tepkiyi seçme hakkı ve özgürlüğü vardır . Bu hak ve özgürlük doğuştan insanlarda vardır ve kendisinden başka hiç kimsenin buna müdahalesi söz konusu değildir . Elenaor Roosvelt “ İnsanlar size , sizin onlara verdiğiniz kadar zarar verebilir “ diyerek konuyu özetlemiştir .
Hemen hepimizin başından geçen şu olaylar gülümsüyerek hatırlarız . öğrenci okuldan gelir ve gururla herkese duyuracak şekilde ;
-Matematikten pekiyi aldım . ( Yüksek notun hak , imtiyaz ve sorumluluğu bana ait! )
Aradan zaman geçer , aynı öğrenci , dersler nasıl gidiyor diye sorulduğunda ;
-Öğretmen zayıf vermiş .
Öğretmen zayıf vermiş diyen bir öğrenci dersin durumuyla ilgili bütün sorumluluğu , tamamen öğretmene bırakmaktadır . Bu sebeple de
-Bu konuda elimden bir şey gelmez , bana bu konuda bir şey sormayın demektedir .
Aynı senaryonun işyeri versiyonu şöyledir ;
-Müdür bana taktı !. ( Geç gelmeler ,işi zamanında yetiştirememek, çalışma arkadaşlarıyla kavga ederek işyerinin huzurunu bozmak vs. hepsi bir kenara bırakılarak sorumluluk müdüre devredilmektedir ). Çalışan olayların gelişimi ve sonuçlarıyla ilgisini koparmaktadır .
Geçende odasında klima bulunan ve klimanın uzaktan kumandası da masanın üzerinde duran bir arkadaşım
-Bu klima beni hasta etti diyerek , sağlığı ile ilgili sorumluluğu , kendisinden komut bekleyen zavallı! Klimaya yükledi .
Sorumluluğu almak alışkanlıktır . Bu alışkanlık bizi uzun vadede daha güçlü ve etkili bir birey , yönetici ve insan haline getirir .
Koçluk( Coaching ) uygulamalarında farklı örnekler bulmalarını söylediğim yöneticiler değişik yaratıcı ! reaktif cümlelerle olayı zenginleştirdiler .
-Siz bilirsiniz!
İşte bu cümleye bayıldım . ( Otokratik bir yönetim sisteminiz var ve bütün konuşmaları siz yapıyor , elemanlarınızın konuşmasına ve önerilerine kulak tıkıyorsanız bu yazı zaten sizin için değildi .) Bunu söyleyen eleman bütün sorumluluğu yöneticisine yükleyerek reaktif örneklerin en çarpıcısını verdi .
Pek çok kimse için sorumluluk almak – özellikle geçmişte bundan kaçındıysa – korkutucudur . Kısa vadade sorumluluk almak bize zarar veriyor gibi görünse de , uzun vadede “Etkili” bir yönetici ve insan olmak isteyen biri için , reaktif olmak çıkmaz sokaktır . Tekrar edelim karar vermek ve sorumluluk almak bir alışkanlıktır .
Proaktif- reaktif ifadelerin ikinci türü de ;
-Keşke !
-Olabilseydi , yapabilseydim ifadeleriyle kendini gösterir .
Keşkeler ve pişmanlıklar , elimden gelmedi , bizim etki alanımızı daraltan ancak ilgi alanımızı genişleten ifadelerdir . Emekli kahvelerinde bir zamanlar etkili birer bireyken şimdi etki alanı daralan erkekler bir çok gazeteyi okuyup sonra olay hakkında bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara girmeleri bunun önemli işaretlerindendir . Eğer akşamları her kanalda haberleri ayrı ayrı takip etmeye başladınızsa etki alanınız ve ilgi alanınız ( proaktif – reaktif olmak) konusunda düşünmemiz ve bir şeyler yapmamızın zamanı gelmiş demektir .
Reaktif dil kalıpları , günlük konuşmalar içinde bol bol kullanılması yanında bazı müzük türlerinde ( Arabesk ) baskın olması , toplumumuzun genel iş ve yaşam kültürüne işaret eder.
-Ben zulme uğradım , ben “ Mazlum”um! birinci adımdır . Elimden ne gelir !
Ben “ Kurban”ım ikinci adımdır . Ben arkadaş kurbanıyım . Ben sistemin kurbanıyım . Ben ailemin kurbanıyım …. Ama en güçlü ifade “ Ben kader kurbanıyım” dır .
Birinci ve ikinci adımdaki çaresizlik , üçüncü adımda “ İsyan” a götürür . Yaşama isyan , kadere isyan , feleğe isyan vb. her üç durumda da kişi çaresizlik içinde olduğunu düşünmektedir . Bütün olumsuzluklara , ters etkilere rağmen vereceği tepkiyi seçme hakkı olduğunu fark etmemekte ve bilememektedir . Çaresiz birey , çaresiz toplum ….. Etki ile tepki arasında seçme hak ve özgürlüğü olduğunu anlamayan , bilmeyen bireyler ve onlardan oluşan toplum .
Her sorunun çözümü o konuda geliştireceğimiz farkındalıkla başlar . Bunun için öncelikle kendi ifadelerimizdeki proaktif ve reaktif dil kalıplarının farkına varmak ve reaktif olanları ayıklayarak , proaktif dil kalıplarını kullanma alışkanlığını kazanmak önemli bir challenge olarak önümüzde durmaktadır . Bir yönetici olarak aynı zamanda birlikte çalıştığımız kişilerin de dil kalıplarını öğretmek ve reaktif olanları değiştirmelerini sağlamak görevimizdir .
Bir yöneticinin reaktif olma hakkı ve lüksü yoktur .

Proaktif olmak bir alışkanlıktır ve bütün alışkanlıklar gibi bilinçli ve sabırlı bir çabanın sonunda kazanılabilir .

Yazar Ahmet S. Koçel 04 Nisan 2009, Cumartesi

26 Aralık 2009 Cumartesi

ölmek için uyanmak güne her sabah...


her sabah gitmek için gelmek işe... bitirmek için başlamak... ölmek için doğmak gibi... geçer mi böyle zaman... hayat geçer mi??? geçti... neredeyse yolu yarıladık... geçti walla... böyle ömür tüketenleri de gördük... yolun sonunu getirmeden göçenler de oldu... beni gömmeye kararlı olan da... inatla...

13 Aralık 2009 Pazar

seni dinlemek dinlendirir ancak...


:) deli misin kızım sen??? seni dinlemek için koşa koşa gelirim ben sen nerede olursan ol... yeterki sen iste... gelemediğim zamanlar sadece ve sadece benim kendimde olmadığım zamanlar hani şu dışarıya kilit vurduğum zamanlar... kendimi içeriye gömdüğüm zamanlar... o da ruhumun kirliliğini bulaştırmamak için dışarıya... bir daha bir daha bir daha deep yaptıktan sonra yeniden suyun yüzeyine çırpınmayı beklediğim zamanlardır... kendimi ya da senin deyiminle "beynimi" korumak için değil, seni ya da senin ruhunu, beynini ve kalbini korumak içindir gelemeyişim ki aslında gelemediğim zamanlar hiç yok neredeyse...

beni üzen tek şey dinlemekten fazlası gelememesi elimden... ama dinlerim :) e bunu da senden daha iyi bilen yok sanırım :) dinlerim her zaman... sende başlayan ve yine de sende biten yolcuğun boyunca (kg)

ayrıca konuşuyorum... evet önceleri seninklerin yanında yavan kalacağını düşünürdüm ve çekinirdim itiraf ediyorum... ama artık ben de taştım :) yavan mavan bakmadan dökünüyorum:) bazen karşıma çıkan herkese... ama en çok da sana...

keşke bu kadar ciddiye almamayı başarabilseydik hayatı.... keşke (senin deyiminle :) Tanrı kadar merhametli olabilseydik kendimize... keşke sınırlamasaydık, ellerimizi kollarımızı bağlamasaydık ya da bağlanmasaydık... izin vermeseydik bağlamalarına... bu kadar saplantılı olmasaydık "Doğru" bildiklerimize... yaşayabilseydik gelişine... :S

ben sanırsam yakınım sona... durdurabilirsem kendimi firarlardan... yakınım sona.... sonra... başlangıç inşallah... iyidir iyidir... "şimdi" de iyidir...

iyi ki doğdun ve iyi ki varsın... seni seviyorum...