Konuşmak susmanın korkusudur.
Ya sus git, ya konuş gel, ortalarda kalma.
Yalan korkaklığın tortusudur.
Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma.
27 Kasım 2008 Perşembe
24 Kasım 2008 Pazartesi
kendime yazilarim.... yaşlarsız olmuyor... kim demişşş???
kelimeler harflerden oluşmuyor anladım... gözyaşı dökmeden çıkmıyor yazılar.... genelde can acıtanından..
garip susman gereken yerde konuştun ve konuşman gereken yerde susuyorsun... böyle olacaksam ben de kimseyi sevmeyi istemem... ondan belki de kaçışlarım insanlardan ve hep uzaktan seslenmye çalışmalarım... senin gibi... korkak... altına sokmaktan korktuğum elimi uzaktan sallayarak anlatmaya çalışıyorum ben de... aklımca uzaktan yardım etmeye çalışmalarım... eğer tam zamanında söylenmezse sözler beyhude arkasından çabalamalar... o "an" da beceremezsen söylemeyi, susmayı becereceksin sonsuza dek... yüreğinin götürdüğü yere git'i hatırla... aslında giderken "gitme, gidemezsin, dur" demesini bekliyordu ama o hayatına karışmaya hakkı olmadığını düşünüyordu... halbuki bir "dur" kelimesi ne kadar da farklı bir yöne çekerdi hayatı... bambaşka bir yaşam olurdu çizilen... belki de daha uzun.... ama çıkmadı... ve kısaldı. garip susman gereken yerde konuşuyorsun konuşman gereken yerde susuyorsun...
belki de hep yaptığım hata... olduğundan fazlasını beklemek, fazlasını ummak... yani aslında ideal olanı umulur hep... ideal olanı, olması gerektiği kadarı umulur ama... herkes her rolün hakkını veremiyor işte... iyi oyuncu var kötü oyuncu var.... galiba doğrusu herkesi kapasitesi ile kabul etmek ve o kadarını umud etmek... ideal olandan çok daha az vasatın çok daha altında da olsa ne kadarsa o kadarı görmek lazım... 5litre alan bir kovaya 10lt su dolduramazsınki... e o zaman neden 5 kuruşluk adamdan 10 kuruşluk adam olması beklenir. ... olmadığında üzülmelerimiz de cabası... halbuki ne kadar boşa akıtılan gözyaşları ve boşa akıp giden zaman saçma sapan beklentilerimize harcadığımız... sor hiçbir kusuru yok, sor herşeyi en iyi şekilde yaptı sor hiçbir zaman hatası olmadı... nasıl bakarsa öyle görüyor herkes... o zaman bizim bakma biçimimizde bir sorun var... bakmayı öğrenmek lazım polyanadan.... ve dolu görebilmeyi yarısını... kandırmakla da başlayabiliriz... yersek... zamanla inandırabiliriz de... kimbilir... bildiğim tekşey hedefler belirlemek, kişilere değil olaylara endeksli yaşamayı öğrenmek.... oyuncular değişir farklı yüzlerdir gelip geçen... kimileri iyi yaparak rollerini mutlu izler bırakır, çoğu ise sadece acı veren çizikler atarlar yüreğe, beyne, mideye, anılara....
kabullenmek herkesi olduğu gibi tek yolu daha fazla acıların çekilmesinin önüne geçireni... yoksa insanları düzeltmeye çalışmak ya da kafası basmayan şapşallar gibi ısrarla şaşakalmakla akıp gitmesine izin verilir ömrün ilk yarı yılı... kalan sağlar bizimdir...
oldu... sadece klavyedeki tuşlarla yazıldı bu yazı... belki de yorgun gözyaşları... zaten iyice azaldılar... hatta çoğu zaman yoklar... tam da istenildiği gibi... ezelden beri....
garip susman gereken yerde konuştun ve konuşman gereken yerde susuyorsun... böyle olacaksam ben de kimseyi sevmeyi istemem... ondan belki de kaçışlarım insanlardan ve hep uzaktan seslenmye çalışmalarım... senin gibi... korkak... altına sokmaktan korktuğum elimi uzaktan sallayarak anlatmaya çalışıyorum ben de... aklımca uzaktan yardım etmeye çalışmalarım... eğer tam zamanında söylenmezse sözler beyhude arkasından çabalamalar... o "an" da beceremezsen söylemeyi, susmayı becereceksin sonsuza dek... yüreğinin götürdüğü yere git'i hatırla... aslında giderken "gitme, gidemezsin, dur" demesini bekliyordu ama o hayatına karışmaya hakkı olmadığını düşünüyordu... halbuki bir "dur" kelimesi ne kadar da farklı bir yöne çekerdi hayatı... bambaşka bir yaşam olurdu çizilen... belki de daha uzun.... ama çıkmadı... ve kısaldı. garip susman gereken yerde konuşuyorsun konuşman gereken yerde susuyorsun...
belki de hep yaptığım hata... olduğundan fazlasını beklemek, fazlasını ummak... yani aslında ideal olanı umulur hep... ideal olanı, olması gerektiği kadarı umulur ama... herkes her rolün hakkını veremiyor işte... iyi oyuncu var kötü oyuncu var.... galiba doğrusu herkesi kapasitesi ile kabul etmek ve o kadarını umud etmek... ideal olandan çok daha az vasatın çok daha altında da olsa ne kadarsa o kadarı görmek lazım... 5litre alan bir kovaya 10lt su dolduramazsınki... e o zaman neden 5 kuruşluk adamdan 10 kuruşluk adam olması beklenir. ... olmadığında üzülmelerimiz de cabası... halbuki ne kadar boşa akıtılan gözyaşları ve boşa akıp giden zaman saçma sapan beklentilerimize harcadığımız... sor hiçbir kusuru yok, sor herşeyi en iyi şekilde yaptı sor hiçbir zaman hatası olmadı... nasıl bakarsa öyle görüyor herkes... o zaman bizim bakma biçimimizde bir sorun var... bakmayı öğrenmek lazım polyanadan.... ve dolu görebilmeyi yarısını... kandırmakla da başlayabiliriz... yersek... zamanla inandırabiliriz de... kimbilir... bildiğim tekşey hedefler belirlemek, kişilere değil olaylara endeksli yaşamayı öğrenmek.... oyuncular değişir farklı yüzlerdir gelip geçen... kimileri iyi yaparak rollerini mutlu izler bırakır, çoğu ise sadece acı veren çizikler atarlar yüreğe, beyne, mideye, anılara....
kabullenmek herkesi olduğu gibi tek yolu daha fazla acıların çekilmesinin önüne geçireni... yoksa insanları düzeltmeye çalışmak ya da kafası basmayan şapşallar gibi ısrarla şaşakalmakla akıp gitmesine izin verilir ömrün ilk yarı yılı... kalan sağlar bizimdir...
oldu... sadece klavyedeki tuşlarla yazıldı bu yazı... belki de yorgun gözyaşları... zaten iyice azaldılar... hatta çoğu zaman yoklar... tam da istenildiği gibi... ezelden beri....
16 Kasım 2008 Pazar
JOHARI PENCERESİ
açık bölge, kişinin kendisi tarafından ve başkası tarafından bilinen bölgedir.
kör bölge, kişinin kendisi tarafından bilinmeyen, başkaları tarafından bilinen bölgedir.
gizli bölge, kişinin kendisi tarafından bilinen, başkaları tarafından bilinmeyen bölgedir.
bilinmeyen bölge ise, kişinin kendisi tarafından ve başkaları tarafından bilinmeyen bölgedir.
Açık bölge, Açılım ve Geri Bildirim’in yoğun kullanımı ile genişletilebilir. Bireyin kendisini dış dünyaya açması, beraberinde diğerlerinin duygu, düşünce ve bilgilerini bireye bildirmesini getirecektir. Bu özelliğinden dolayı model, iletişimin insan yönünü incelemede bir ölçüm aracı olabilmiştir.
kör bölge, kişinin kendisi tarafından bilinmeyen, başkaları tarafından bilinen bölgedir.
gizli bölge, kişinin kendisi tarafından bilinen, başkaları tarafından bilinmeyen bölgedir.
bilinmeyen bölge ise, kişinin kendisi tarafından ve başkaları tarafından bilinmeyen bölgedir.
Açık bölge, Açılım ve Geri Bildirim’in yoğun kullanımı ile genişletilebilir. Bireyin kendisini dış dünyaya açması, beraberinde diğerlerinin duygu, düşünce ve bilgilerini bireye bildirmesini getirecektir. Bu özelliğinden dolayı model, iletişimin insan yönünü incelemede bir ölçüm aracı olabilmiştir.
12 Kasım 2008 Çarşamba
kendime yazilarim... dolunay'dan yine... kaybettim yargilarimi...
kayıp yargılar... yitirildi sağduyu... varolan doğrulara dayatılan karşı doğrular... ve kayboluş...
ne doğru ne yanlış hele içindeyken bilebilmek ne zor iş... en kötüsü kararsızlık iken ve iyisi en yanlışı bile olsa bir karar verebilmek iken, en acı vereni donması beynin.... düşünememek... kayıp gitmek, kaybolmak yokoluşta... offf... yorgunum diyorum duymuyo kimse.... anlamıyorum diyorum... yok yok bitti hiç varolmayan ben ve sağduyum ve yargılarım ve kararlarım... yokoldular işte... dedim ya yoklardı belki de....
bi kez daha mı denemeli gitmeyi.... ama bu sefer dönmemecesineyi göze almalı... sanırım bu tek yolu... başka bişeye adamalı... adamak, adanmak... yok işte giremiyorum o üç boyutlu resimden hayata... adanmış bakışlar işin sırrı, biliyorum çünkü bi an da olsa başarabiliyordum... yani bi kaç saniyeden de ibaret olsa bi kaç kez başarmıştım süzülmeyi o üç boyutlu resmin içine ve görebilmiştim, orada olabilmiştim... ama o kadar azaldıki... belki de denemelerim azaldığı için... farkındalığım arttığı ve denemelerim azaldığı için seyrekleşti... bilmiyorum, anlamıyorum... doğruluğunu yanlışlığını umursamadan karar verebilmek mutlu ediyor artık beni.... offfffffffffffffffffff............ ne zaman bitecek... ne zaman indirecem hayatı kaldırdığım raftan... silip tozlarını üzerinden ne zaman yeniden girecem içine.... geçen zaman umutları uzaklaştırıyo benden... sürükleniyorum bilinmezlere... hani bu benim tercihimdi... hani bendim rafa kaldıran hayatı... neden böyle bir tercih yaptım... neler oldu bana.... sandığımdan yani aslında farkında olduğumdan çok daha vahim durumum... tutunacak bir ipim kalmadı.... pamuk ipliğinin tek faydası son duraktan bir öncekine kadar uzanıyor olması.... yaşayan ölülüğe yani... sonraki ise essahtan olanı zaten... İlahi Takdir'in dileyenleri kabul ettiği son durak... o yüzden alternatif diil... ama nereye sürükleniyorum ben böyle.... tamam yanlıştı tercihler o zaman sizinkileri deneyelim... nereye sürükleniyorum... nasıl bir geçmiş bu... gelecek de mi böyle olacak... neden farklı gördüklerim bana bakan gözlerden... offf sonu nereye çıkıyor bu yolun??? yoksa çıkmaza tıkılıp kaldım da farkında mı diilim.... hala kafamı vurmama ragmen ısrarla duvara goremiyorum mu buraya kadarı??? cıkmazı??? yoksa takıldıgım seyler de mi yalan... zaman mesela yas ya da... gecen yıllar... yasananlar... daha dogrusu yasanamayanlar... ya ben miyim bu??? yani benim kendi tercihim mi boyle olmak yoksa bu hale mi getirildim?????? var mı benim bi durusum su hayatta bi tavrim bi tarzim bi rengim... yoksa hava gibi su gibi ben de icine girdiim kabın rengini mi seklini mi aliyorum.... hiclik bile vakar... en assagilik seyin bile amaci var... nereye surukluyorum kendimi boyle ben... ya da nereye surukleniyorum.... ne zaman bitecek...
ikinci bi kez mi denemeli gitmeyi... butun yanlislari yanlis bir yasami da goze alarak.... unutturacaksa bana gecen yarı omru ve seni ve kendimi yemin ediyorum bir an bil durmadan ceker giderdim gecenin bir vakti... ne sen durdurabilirdin ne de ben.... oyle bi gidiste gelebilmek kendime, oyle bir kaybolusta yeniden varolabilmek... bir an bile beklemezdim.... yemin ederim... hic bi zaman SENDEN baskasını istemedim... kurtarıcı olarak gormedim kimseyi... kimseye ihtiyacim yoktıu... yine yok Allahım... hep sadece BEN vardım... ve benden de önce SEN... ama hayatla oldugu gibi SENle de aramıza giren yine hep O oldu... iki elim yakasında olacak... senin huzurunda da AFFETMIYORUMMM ne onu ne de ona izin veren beni.... ve sana da azıcık da olsa sitemim... buldur bana kendimi ve seni ne olur...
ne doğru ne yanlış hele içindeyken bilebilmek ne zor iş... en kötüsü kararsızlık iken ve iyisi en yanlışı bile olsa bir karar verebilmek iken, en acı vereni donması beynin.... düşünememek... kayıp gitmek, kaybolmak yokoluşta... offf... yorgunum diyorum duymuyo kimse.... anlamıyorum diyorum... yok yok bitti hiç varolmayan ben ve sağduyum ve yargılarım ve kararlarım... yokoldular işte... dedim ya yoklardı belki de....
bi kez daha mı denemeli gitmeyi.... ama bu sefer dönmemecesineyi göze almalı... sanırım bu tek yolu... başka bişeye adamalı... adamak, adanmak... yok işte giremiyorum o üç boyutlu resimden hayata... adanmış bakışlar işin sırrı, biliyorum çünkü bi an da olsa başarabiliyordum... yani bi kaç saniyeden de ibaret olsa bi kaç kez başarmıştım süzülmeyi o üç boyutlu resmin içine ve görebilmiştim, orada olabilmiştim... ama o kadar azaldıki... belki de denemelerim azaldığı için... farkındalığım arttığı ve denemelerim azaldığı için seyrekleşti... bilmiyorum, anlamıyorum... doğruluğunu yanlışlığını umursamadan karar verebilmek mutlu ediyor artık beni.... offfffffffffffffffffff............ ne zaman bitecek... ne zaman indirecem hayatı kaldırdığım raftan... silip tozlarını üzerinden ne zaman yeniden girecem içine.... geçen zaman umutları uzaklaştırıyo benden... sürükleniyorum bilinmezlere... hani bu benim tercihimdi... hani bendim rafa kaldıran hayatı... neden böyle bir tercih yaptım... neler oldu bana.... sandığımdan yani aslında farkında olduğumdan çok daha vahim durumum... tutunacak bir ipim kalmadı.... pamuk ipliğinin tek faydası son duraktan bir öncekine kadar uzanıyor olması.... yaşayan ölülüğe yani... sonraki ise essahtan olanı zaten... İlahi Takdir'in dileyenleri kabul ettiği son durak... o yüzden alternatif diil... ama nereye sürükleniyorum ben böyle.... tamam yanlıştı tercihler o zaman sizinkileri deneyelim... nereye sürükleniyorum... nasıl bir geçmiş bu... gelecek de mi böyle olacak... neden farklı gördüklerim bana bakan gözlerden... offf sonu nereye çıkıyor bu yolun??? yoksa çıkmaza tıkılıp kaldım da farkında mı diilim.... hala kafamı vurmama ragmen ısrarla duvara goremiyorum mu buraya kadarı??? cıkmazı??? yoksa takıldıgım seyler de mi yalan... zaman mesela yas ya da... gecen yıllar... yasananlar... daha dogrusu yasanamayanlar... ya ben miyim bu??? yani benim kendi tercihim mi boyle olmak yoksa bu hale mi getirildim?????? var mı benim bi durusum su hayatta bi tavrim bi tarzim bi rengim... yoksa hava gibi su gibi ben de icine girdiim kabın rengini mi seklini mi aliyorum.... hiclik bile vakar... en assagilik seyin bile amaci var... nereye surukluyorum kendimi boyle ben... ya da nereye surukleniyorum.... ne zaman bitecek...
ikinci bi kez mi denemeli gitmeyi... butun yanlislari yanlis bir yasami da goze alarak.... unutturacaksa bana gecen yarı omru ve seni ve kendimi yemin ediyorum bir an bil durmadan ceker giderdim gecenin bir vakti... ne sen durdurabilirdin ne de ben.... oyle bi gidiste gelebilmek kendime, oyle bir kaybolusta yeniden varolabilmek... bir an bile beklemezdim.... yemin ederim... hic bi zaman SENDEN baskasını istemedim... kurtarıcı olarak gormedim kimseyi... kimseye ihtiyacim yoktıu... yine yok Allahım... hep sadece BEN vardım... ve benden de önce SEN... ama hayatla oldugu gibi SENle de aramıza giren yine hep O oldu... iki elim yakasında olacak... senin huzurunda da AFFETMIYORUMMM ne onu ne de ona izin veren beni.... ve sana da azıcık da olsa sitemim... buldur bana kendimi ve seni ne olur...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)