28 Aralık 2009 Pazartesi
Etkili İnsanlarin Alışkanlıkları
2. SONUNU DÜŞÜNEREKİŞE BAŞLA
3. ÖNEMLİ İŞLERE ÖNCELIK VER
4. KAZAN-KAZANDİYE DÜŞÜN
5. ÖNCE ANLAMAYA, SONRA ANLAŞILMAYA ÇALIŞ
6. SİNERJİ YARAT
7. BALTAYI BİLE
8. SESİNİ BUL VE İNSANLARAKENDİ SESLERİNİ BULMALARIİÇİN İLHAM VER
Sizi proaktivite ilkesini otuz gün denemeye davet ediyorum. Yalnızca deneyin ve neler olacağına bakın. Otuz gün boyunca,
· Yalnızca Etki Alanınızın içinde çalışın.
· Önemsiz sözler verin ve bunları yerine getirin.
· Yol gösterici olun, yargıç değil.
· Örnek olun, eleştirmen değil.
· Çözümün parçası olun, sorunun değil.Bunu evliliğinizde, ailenizde, işinizde deneyin. Başkalarının zayıflıklarını tartışmayın. Kendi zayıflıklarınızı da. Bir hata yaptığınızda bunu itiraf edip düzeltin. Bundan, anında ders alın. Başkalarını suçlamaya, hatayı onlara yüklemeye kalkışmayın. Denetiminiz altında olan şeylerin üzeride çalışın. Kendi üzerinizde çalışın. Olabilirim’in üzerinde çalışın.
proaktif ve reaktif kişilik...
Diğer taraftan Pro-Aktif Kişilikler ise, kendi dışındaki faktörleri ve süreci yönlendirici bir kişiliklerdir. Pro-Aktif Kişilik, risk analizi yapan, kontrolü elden bırakmayan, yerinde ve zamanın risk alabilen, başarısızlıklarından dahi bir yaşam dersi çıkarabilen kişilik yapılanmasıyla tanımlanır. Yine Pro-Aktif kişilik kendisiyle barışık, öz-güveni yerinde, benlik saygısı yüksek bir kişilik örüntüsüyle karakterizedir. Bu kişilik profilinde olanlar, “birim olarak her seçme davranışını” muhakeme ve risk analizi sonucunda gerçekleştirirler. Bilgi ve entelektüel yeteneklerini sağduyularıyla birlikte kullanırlar. Bilişsel zekâları, duygusal zekâları ve ruhsal zekâları arasında senfonik bir uyum vardır. Kaygılarını gerçeklikle yüzleştirirler. Olaylara realist yaklaşırlar. Korku ve endişelerini “gerçeklik filtresi”nden geçirirler. Bu kişilik örüntüleri sâyesinde de yaşamın her alanında öğrenmeyi benimserler [yaşantıya dönüştürürler]. Problemlerini ve hatalarını, yeni bir öğrenme deneyimine ve yaşantısına dönüştürürler. Bütün var-oluşsal enerjilerini üst düzeyde kullanarak problemleriyle yüzleşirler. Kontrolü elden bırakmazlar. İç-disiplinlerinden kopmazlar. Her ne pahâsına olursa olsun, denemek ve öğrenmek taraftarıdırlar. Yanlış yaptıklarında, yanlışları üzerinden doğruyu; doğru yaptıklarında da, doğruları üzerinden mükemmeli öğrenirler.
proaktif... devam...
Reaktif davranış tepkiye tepki ilkesiyle yürür. Size zarar verene sizin de zarar vermeniz, reaktif bir davranıştır. Ve bu davranışla her iki taraf da kaybetmiş olur. Ama, size kötülük yapana iyi ve doğru olanı öğretmeniz ve onun bir sonraki kötülüğü yapmasına engel olmanız, başlangıçta sizin kaybetmeniz gibi algılansa da neticede herkesin kazanması anlamına gelir.
Bunun için tüm gerçek liderler proaktif insanlardır. Tüm peygamberler, kendilerine yapılan çok büyük kötülüklere rağmen insanlara iyiyi, doğruyu, güzeli öğreterek proaktif bir davranış sergilemişler ve toplumlar üzerinde yüzyılları aşan bir etkiye sahip olmuşlardır. Hala da onların etkileri tüm insanlığı yönlendirmeye devam ediyor.
Hayata baktığımız nokta, bizim merkezimizi belirler. Eğer biz, hayata “ilkeler”e bağlı olarak bakarsak hayatın kendi kanun ve kurallarını, tarafsız gözle ve hak ölçüsüne uygun olarak algılarsak her zaman doğruyu yakalarız. Hırs merkezli bir gözlük varsa gözümüzde, gözümüz başka bir şey görmez olur. Kör bakışla veya hipnotize edilmiş gibi, hayatı sadece bir veya birkaç yönüyle görürüz. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edemeyiz. Yanlış ve hatalı bakış açısı, para merkezli, aile merkezli veya başka bir merkezli olabilir. İlim merkezli proaktif bir bakış açısı olmadıkça hepsi de bizi kısıtlar, sınırlar, yanlış yapmamızı artırır. Unutmayın ki siyahla beyaz arasında binlerce gri renk tonu vardır.
PROAKTİF OLMAK !
“Beni çok üzdün “
“Beni hasta ediyorsun “
“Beni sevindirdin “
“ Beni mutlu ettin “
Bütün bu konuşmalarda ortak olan şey ; üzülen , hasta olan , sevinen ve mutlu olan kişinin başına gelenlerle ilgili olarak “ Bu konuda yapacağım bir şey yok“ demesidir . Proaktif olmak , insiyatif almak , öne çıkmak , önceden tedbirini almak olarak dilimizde de yaygın biçimde kullanılmaya başlandı . Ancak proaktif olmak sadece insiyatif değil daha da fazlası “ sorumluluk “ almaktır . Yaptıklarımız , başımıza gelenler için sorumluluk almak “Proaktif “ olmaktır . Bunun tersi de sorumluluğu başkasına bırakmaktır “ Reaktif” olmak . “Etki” ye karşı gösterdiğimiz “ Tepki” nin sorumluluğunu almak etki alanımızı genişletecektir . S. Covey Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı adlı kitabında , birinci alışkanlık “ proaktif” olmaktır .
Bizlere yönelen “Etki”ye karşı gösterdiğimiz “Tepki” bize özel ve bizi yansıtır . Etki karışısında vereceğimiz tepkinin ne olacağını seçmek , insanlara ait büyük bir hak ve imtiyazdır . İnsanların etki karşısında vereceği tepkiyi seçme hakkı ve özgürlüğü vardır . Bu hak ve özgürlük doğuştan insanlarda vardır ve kendisinden başka hiç kimsenin buna müdahalesi söz konusu değildir . Elenaor Roosvelt “ İnsanlar size , sizin onlara verdiğiniz kadar zarar verebilir “ diyerek konuyu özetlemiştir .
Hemen hepimizin başından geçen şu olaylar gülümsüyerek hatırlarız . öğrenci okuldan gelir ve gururla herkese duyuracak şekilde ;
-Matematikten pekiyi aldım . ( Yüksek notun hak , imtiyaz ve sorumluluğu bana ait! )
Aradan zaman geçer , aynı öğrenci , dersler nasıl gidiyor diye sorulduğunda ;
-Öğretmen zayıf vermiş .
Öğretmen zayıf vermiş diyen bir öğrenci dersin durumuyla ilgili bütün sorumluluğu , tamamen öğretmene bırakmaktadır . Bu sebeple de
-Bu konuda elimden bir şey gelmez , bana bu konuda bir şey sormayın demektedir .
Aynı senaryonun işyeri versiyonu şöyledir ;
-Müdür bana taktı !. ( Geç gelmeler ,işi zamanında yetiştirememek, çalışma arkadaşlarıyla kavga ederek işyerinin huzurunu bozmak vs. hepsi bir kenara bırakılarak sorumluluk müdüre devredilmektedir ). Çalışan olayların gelişimi ve sonuçlarıyla ilgisini koparmaktadır .
Geçende odasında klima bulunan ve klimanın uzaktan kumandası da masanın üzerinde duran bir arkadaşım
-Bu klima beni hasta etti diyerek , sağlığı ile ilgili sorumluluğu , kendisinden komut bekleyen zavallı! Klimaya yükledi .
Sorumluluğu almak alışkanlıktır . Bu alışkanlık bizi uzun vadede daha güçlü ve etkili bir birey , yönetici ve insan haline getirir .
Koçluk( Coaching ) uygulamalarında farklı örnekler bulmalarını söylediğim yöneticiler değişik yaratıcı ! reaktif cümlelerle olayı zenginleştirdiler .
-Siz bilirsiniz!
İşte bu cümleye bayıldım . ( Otokratik bir yönetim sisteminiz var ve bütün konuşmaları siz yapıyor , elemanlarınızın konuşmasına ve önerilerine kulak tıkıyorsanız bu yazı zaten sizin için değildi .) Bunu söyleyen eleman bütün sorumluluğu yöneticisine yükleyerek reaktif örneklerin en çarpıcısını verdi .
Pek çok kimse için sorumluluk almak – özellikle geçmişte bundan kaçındıysa – korkutucudur . Kısa vadade sorumluluk almak bize zarar veriyor gibi görünse de , uzun vadede “Etkili” bir yönetici ve insan olmak isteyen biri için , reaktif olmak çıkmaz sokaktır . Tekrar edelim karar vermek ve sorumluluk almak bir alışkanlıktır .
Proaktif- reaktif ifadelerin ikinci türü de ;
-Keşke !
-Olabilseydi , yapabilseydim ifadeleriyle kendini gösterir .
Keşkeler ve pişmanlıklar , elimden gelmedi , bizim etki alanımızı daraltan ancak ilgi alanımızı genişleten ifadelerdir . Emekli kahvelerinde bir zamanlar etkili birer bireyken şimdi etki alanı daralan erkekler bir çok gazeteyi okuyup sonra olay hakkında bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara girmeleri bunun önemli işaretlerindendir . Eğer akşamları her kanalda haberleri ayrı ayrı takip etmeye başladınızsa etki alanınız ve ilgi alanınız ( proaktif – reaktif olmak) konusunda düşünmemiz ve bir şeyler yapmamızın zamanı gelmiş demektir .
Reaktif dil kalıpları , günlük konuşmalar içinde bol bol kullanılması yanında bazı müzük türlerinde ( Arabesk ) baskın olması , toplumumuzun genel iş ve yaşam kültürüne işaret eder.
-Ben zulme uğradım , ben “ Mazlum”um! birinci adımdır . Elimden ne gelir !
Ben “ Kurban”ım ikinci adımdır . Ben arkadaş kurbanıyım . Ben sistemin kurbanıyım . Ben ailemin kurbanıyım …. Ama en güçlü ifade “ Ben kader kurbanıyım” dır .
Birinci ve ikinci adımdaki çaresizlik , üçüncü adımda “ İsyan” a götürür . Yaşama isyan , kadere isyan , feleğe isyan vb. her üç durumda da kişi çaresizlik içinde olduğunu düşünmektedir . Bütün olumsuzluklara , ters etkilere rağmen vereceği tepkiyi seçme hakkı olduğunu fark etmemekte ve bilememektedir . Çaresiz birey , çaresiz toplum ….. Etki ile tepki arasında seçme hak ve özgürlüğü olduğunu anlamayan , bilmeyen bireyler ve onlardan oluşan toplum .
Her sorunun çözümü o konuda geliştireceğimiz farkındalıkla başlar . Bunun için öncelikle kendi ifadelerimizdeki proaktif ve reaktif dil kalıplarının farkına varmak ve reaktif olanları ayıklayarak , proaktif dil kalıplarını kullanma alışkanlığını kazanmak önemli bir challenge olarak önümüzde durmaktadır . Bir yönetici olarak aynı zamanda birlikte çalıştığımız kişilerin de dil kalıplarını öğretmek ve reaktif olanları değiştirmelerini sağlamak görevimizdir .
Bir yöneticinin reaktif olma hakkı ve lüksü yoktur .
Proaktif olmak bir alışkanlıktır ve bütün alışkanlıklar gibi bilinçli ve sabırlı bir çabanın sonunda kazanılabilir .
Yazar Ahmet S. Koçel 04 Nisan 2009, Cumartesi
26 Aralık 2009 Cumartesi
ölmek için uyanmak güne her sabah...
her sabah gitmek için gelmek işe... bitirmek için başlamak... ölmek için doğmak gibi... geçer mi böyle zaman... hayat geçer mi??? geçti... neredeyse yolu yarıladık... geçti walla... böyle ömür tüketenleri de gördük... yolun sonunu getirmeden göçenler de oldu... beni gömmeye kararlı olan da... inatla...
13 Aralık 2009 Pazar
seni dinlemek dinlendirir ancak...
:) deli misin kızım sen??? seni dinlemek için koşa koşa gelirim ben sen nerede olursan ol... yeterki sen iste... gelemediğim zamanlar sadece ve sadece benim kendimde olmadığım zamanlar hani şu dışarıya kilit vurduğum zamanlar... kendimi içeriye gömdüğüm zamanlar... o da ruhumun kirliliğini bulaştırmamak için dışarıya... bir daha bir daha bir daha deep yaptıktan sonra yeniden suyun yüzeyine çırpınmayı beklediğim zamanlardır... kendimi ya da senin deyiminle "beynimi" korumak için değil, seni ya da senin ruhunu, beynini ve kalbini korumak içindir gelemeyişim ki aslında gelemediğim zamanlar hiç yok neredeyse...
beni üzen tek şey dinlemekten fazlası gelememesi elimden... ama dinlerim :) e bunu da senden daha iyi bilen yok sanırım :) dinlerim her zaman... sende başlayan ve yine de sende biten yolcuğun boyunca (kg)
ayrıca konuşuyorum... evet önceleri seninklerin yanında yavan kalacağını düşünürdüm ve çekinirdim itiraf ediyorum... ama artık ben de taştım :) yavan mavan bakmadan dökünüyorum:) bazen karşıma çıkan herkese... ama en çok da sana...
keşke bu kadar ciddiye almamayı başarabilseydik hayatı.... keşke (senin deyiminle :) Tanrı kadar merhametli olabilseydik kendimize... keşke sınırlamasaydık, ellerimizi kollarımızı bağlamasaydık ya da bağlanmasaydık... izin vermeseydik bağlamalarına... bu kadar saplantılı olmasaydık "Doğru" bildiklerimize... yaşayabilseydik gelişine... :S
ben sanırsam yakınım sona... durdurabilirsem kendimi firarlardan... yakınım sona.... sonra... başlangıç inşallah... iyidir iyidir... "şimdi" de iyidir...
iyi ki doğdun ve iyi ki varsın... seni seviyorum...
10 Kasım 2009 Salı
patti smith within you without you...
And the people who hide themselves behind a wall of illusion
Never glimpse the truth, then it's far too late, when they pass away
We were talking about the love we all could share
When we find it, to try our best to hold it there with our love
With our love, we could save the world, if they only knew
Try to realise it's all within yourselfNo one else can make you change
And to see you're really only very small
And life flows on within you and without you
We were talking about the love that's gone so cold
And the people who gain the world and lose their soul
They don't know, they can't see, are you one of them?
When you've seen beyond yourself then you may find
Peace of mind is waiting thereAnd the time will come when you see we're all one
And life flows on within you and without you
duygu gözüyle görmek...
2 Kasım 2009 Pazartesi
sen durdur beni ne olur....
bu gerginlikkkkk aman Allah'ım... biri yanlışlıkla kibrit çaksa patlayıverecek... Allah'ım yaa yazık geçen her gereksiz endişeli ve üzgün ve negatif ve sinirli an'a... ne kadar boş ve anlamsız.... in my daily dreams i am fighting with you and everything and everybody... just let me tell you that i dont have to prove myself to anyone... not at all... i do it if i love it and i dont do it if i dont like it... i love it i enjoy with all my heart... if i am happy i am successfull... ama olmaz... aslında bir yol ayrımındasın ve sadece nasıl düşündüğünü değiştirirsen başarabilirsin...
takılma lütfen... takılma ne olur.... aşmalısın geçmelisin.... düşünme o zaman... yap gitsin.... nasıl bir yürek var ağabey sende de... öfff yani... ama tatlım olmuyor yaaa... geldiğinden beri sen sen değilsin duruşun da duruş değil... ve hata üstüne hata yapıyorsun.... hep ezik oldun hep aynı yerdesin... bıktım senden be güzelim ya walla bıktım... yine kısırdöngüye hapsettin kendini yine köşeye kıstırdın... amaannn beeee..... öfffff....
29 Ekim 2009 Perşembe
daha ne istiyorsunki benden desen anlarım ama yine de tek ümidim sensin...
nasıl bir salaklıktır bu... neden herkes kadar olamıyorsunki... nothing more... just like everybody else... neyi bekliyorsunki sessizlikte... sessiz kalıp usul usul beklemenin sebebi ne... var mı bir amacın.. yok... verilecek bir tepkin yok aslında... sebebi sessizliğin bu... bilemedin hiç... küçük çocukların bile duruşu vardı... durmayı da bildiler hep ayaklarının üzerinde dik dik... diremeyi bildiler ayak... ve sen onları bile dehşete kapılarak izledin onları... baktığın her yerde gördüğün onlardı... korkuların... bütün istediğim sahip çıkmaktı... sahip olmak da değil... herkes kadar şu hayata hayallere ideallere azme cesarete herkes kadar sahip olmak ve sahip çıkmak...
ne olur Allahım ya... Paris'e gitmek değil huşu içinde huzur içinde yaşamak işi de aşkı da hayatı da... durmayı bilmek, konuşmayı da yürümeyi de çekip gitmeyi de... kızmayı belki küsmeyi de ya da barışıp affetmeyi...
senin gibi kokusu sinmiş korkunun hayatıma ruhuma... sindirmiş... Allahımmmmmmmm ne olur yaaaa..... takatim yok.... çekip gitmeye de kırıp dökmeye de... lütfen Allah'ım... daha ne istiyorsun ki benden desen anlarım haklısın ama içimden çek çıkar beni... içinden çıkar beni kuytularından korkunun....
28 Ekim 2009 Çarşamba
La-Tahzen / Üzülme
34La-Tahzen / Üzülme
Çünkü hüzün, düşmanı sevindirir, dostunu üzer, haset edenin dilinedüşürür.
La-Tahzen / Üzülme
Çünkü hüzün, kaybolanı geri getirmez, öleni diriltmez, kaderideğiştirmez, hiçbir fayda getirmez.
La-Tahzen / Üzülme
Çünkü hüzün sinirleri yıpratır, kalbini yorar, gecelerini mahveder.
La-Tahzen / Üzülme
Eğer günah işlediysen tövbe et, istiğfarda bulun, yanlış yaptıysandüzelt, O'nun rahmeti sonsuz, kapısı hep açıktır.
La-Tahzen / Üzülme
Kaybettiğin şey için üzülme çünkü daha pek çok nimetlere sahipsin.Allah'ın sana bahşettiği diğer nimetleri düşün ve şükret. Allah Teala,"Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız buna güç yetiremezsiniz"buyurmuyor mu?
La-Tahzen / Üzülme
Ehli batılın sözlerinden dolayı üzülme, onların tenkitlerinesabrettiğin sürece mükafatlandırılacağını unutma.
La-Tahzen / Üzülme
İnsanlara ihsanda bulunduğun sürece üzülme. Çünkü mutluluğun yoluinsanlara ihsanda bulunmaktan geçer.
La-Tahzen / Üzülme
kayıp gül....
Oysa, zirveye varanların adımları seninkilerden daha büyük değildi. Ama onlar, o küçük adımları birbiri ardınca atmayı sürdürmüş kimselerdi. İmkânsızı gerçekleştiren mucizeler değil, sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren de budur
Belirsizliğe isyandı. Işıkta eriyip gitmeyi, bir ömür boyu karanlıkta uçmaya tercih etmişti o.
Kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin.
Gül, özgürlük demek! Başkalarının övgüsüyle varolmamak, yermesiyle yok olmamak demek.
Ve bilemediğim şeylerin listesi böylece sürüp gidiyor. İşte bu yüzden tek hedefim resim yapmak.
okumalı... en kısa zamanda...
26 Ekim 2009 Pazartesi
yine ESC arefesindeki o korkularin sebep olduğu baş ağrıları...
ESC hayatımın vageçilmez tuşu... acıları durdurmanın tek yolu çoğu zaman... ya da en kolay yolu... düşünceni değiştiremediğinde değiştirmek seçimlerini yani hayatını... zor olanı başarmak aslında kolayı seçtiğini sandığında... dönüşü sana büyük kayıp, geleceğin... ve bile bile yenilmek yine de... yine de esc'i tercih etmek... halbuki herşey kafada başlar ve kafada biter... farkına varmak gündüz düşlerindeki öfkelerin, olumsuzlukların, negatifliğin yeterli değil mi??? yani esc değil de değişime başlamak için... yetmeli tabii ki... öğretilmiş korkulardan ve affedilmeyen acılardan sıyrılmanın tek yolu düşünceleri değiştirmek... yeniden yapılandırmak anlamlarını hayata yüklediğin... ne kadar görürsen, nasıl görürsen o kadar işte problemin, hayatın... tepkilerin tepkisizliğin... ne kadar da içselleştiriyorsun herşeyi... ne kadar derin anlamlar yüklü problemlerin... hem de bir hiçken... hiçlikten herşeyine dönüşüveriyor ve herşeye mal ediyorsun... çık o derin sulardan yüzeye doğru hızla çırp ellerini kollarını ve ayaklarını... zihnin senin elin kolun ayağın... aklını koru... gerçekten aklını koru... dinle gözle farket... ve yeniden yapılandır... sadece bakışlarını farklılaştırarak harap olmuş geleceğini yeniden kurtarma şansın olabilir... hele ki arkanda o Kocaman Kudret yani Rabbin varken... neyden korkuyorsunki sen??? kesin bir teslimiyetle nasıl da yanında hemen arkanda olduğunu farketsen daha doğrusu orada olmasını istediğinde aslında dualarına cevap vereceğini bilsen... tüm bu olumsuzlukların, korkuların, ümitsizliklerin ne kadar da yersiz olacağını anlayacaksın... hatırla yapmıştın... başarmıştın... yine yapabilirsin... sadece yoğunlaşacağın şeyi iyi bilmelisin... problemler sıkıntılar mı yoksa gerçek amacın hedefin mi??? bütün gücünü ve yoğunluğunu bütün ruhunu ve kalbini v düşüncelerini sıkıntılarına mı harcamak yoksa hedeflerine mi adamak... ADAMAK... ADANMIŞLIK... adarsan adanırsan önce zihinde sonra dilde ve en son bedende başlar hayatın kurgusu... adarsan kendini Allah'ın da izniyle olmaması için yok bir sebep!
bol şans... Allah muvaffak etsin insallah...
4 Ekim 2009 Pazar
Supplication
Muhammadin an-Nabiyyi al-ummiyyi,
Wa 'ala alihi wa sahbihi wa sallim.
(O Allah, send your peace and blessings
upon our Master Muhammad,
the Unlettered Prophet,
and upon his family and companions.)
O My Lord,
My sins are like
The highest mountain;
My good deeds
Are very few
They’re like a small pebble.
I turn to You
My heart full of shame,
My eyes full of tears.
Bestow Your
Forgiveness and Mercy Upon me.
Ya Allah,
Send your peace and blessings
On the Final Prophet,
And his family,
And companions,
And those who follow him
falling back at starting point...
16 Eylül 2009 Çarşamba
sanırım son yaram...
Sanırım son yaram kapanmak üzere çocukluğumdan kalan... tam da dün artık azad edecekken ruhumu sana olan nefretimden, öfkemden ve kızgınlığımdan, bugün yine tepetaklak oldum ve düştüm yine... sonra hiç kapanmayacak yaramın olduğunu farkettim... hatırladım yani... tüm yapabileceğim sadece sonradan da olsa konuşup içimdekini boşaltmak... kovulmak pahasına... ama kızgınlığım insanların hadsizliği değil aslında kızgınlığım kendime cevap veremeyişime... sonra da dolup taşan yüreğimdeki midemdeki öfkeye... hem on(lar)a hem kendime... ama kendime daha çok... zaman basıp kanayan yarana unutursun da bazı yaralar kanar unutamazsın, durduramazsın çünkü sensin yara... yara sessizliğin, cevap veremeyişin... mümkün olmayışı kurtuluşun ne acı.... kanatanlardan uzak durmaktı deneyişim ama olmadı... işe yaramadı...
8 Eylül 2009 Salı
düşün ve başar... 10 adım...
Düşünceler eylemlere yol açarlar. Eylemler alışkanlıkların nedenidir. Alışkanlıklarımız bizim karakterimizi, kişiliğimizi belirler. Karakterimiz ise hayatımızı örgüleyen en önemli nedendir. Herkes yürüdüğü yolun sonunda var olana ulaşır. Tırmandığınız merdivene bakarak sonunda nereye yükseleceğinizi anlayabilirsiniz. Dolaysıyla büyük sonuca giden yol büyük düşünceden başlar.
“Büyük Düşünmenin Büyüsü” isimli kitabında Dr. David J. Schwartz ilginç bir tespiti aktarıyor. Amerika’da büyük bir şirketin işe alma bölümüne başvuranların durumu çok çarpıcıdır. Şirketin yılda 10 bin dolar ödediği işlere başvuranların sayısı, yılda 50 bin dolar ödenen işlere başvuranların sayısından 50 ile 250 kat fazlaymış. İnsanların çoğu daha ucuz işlere başvuruyorlar. Bunun anlamı açık: Yola yüksekten başlamaya cesaret edemiyoruz.
Hedef Belirlemek
“Nereye gideceğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir.” Hangi yönde nereye kadar gidiyoruz? Tam olarak ne istediğinizi bilirseniz, çevrenizdeki güçler size nasıl yardımcı olacaklarını bilirler. Zihninize ne yapmak istediğinizi söylerseniz onu yapmak için çalışır.
“Nereye gideceğini bilmeyen gemiye hiç bir rüzgar fayda vermez.” sözü hedefsizliğin gerçek sonucunu ortaya koyuyor. Ne yapmak, ama istediğinizi bilmiyorsunuz çevrenizde binlerce fırsat rüzgarı uçuşmaya devam ediyor. Hedefiniz yoksa fırsatları nasıl kullanacağınızı, yelkenlerinizi ne şekilde ayarlayacağınızı bilemezsiniz.
Kendilerini başarısızlığa mahkum edenler hedefi, zihinde dolaşıp duran hayallerle karıştırırlar. İsteklerin, dileklerin hedef olduğunu sanırlar. Sonuçta hedefsizliklerini değil de talihsizliklerini suçlarlar. Onlara, isteseler neler yapabileceklerini söyleseniz, inandıramazsınız. Büyük işler başaranların, bunu sadece hedeflerine borçlu oldukları konusunda ikna olmazlar.
Hedef sahibi olduğunuzda tüm duruşunuz hedefinize hizmet edecektir. Geçen tüm saniyelerinizde zihniniz hedef üzerinde düşünecek, konuşmalarınızı, ilginizi ve öğreniminizi hedefiniz belirleyecektir. Böylece dikilen bir ağacın beslenerek büyümesi gibi, hedeflerle dolu bir zihinde yaşatılan arzular içten içe inşa olmaya ve yeşermeye devam edecektir.
Yöntem Belirlemek
Nasıl yapılabileceğini bilseydiniz okuduğunuz kitabı yazabilirdiniz. “Nasıl?” sorusuna cevap verseydiniz mevcut arzularınız sizi çoktan kendilerine kavuşturmuş olurdu. Yöntemini keşfetmediğiniz iş, alsa yapamayacağınız iştir.
Yöntem belirlerken üç farklı alan üzerinde çalışacaksınız: Yeterli bilgi toplamak, hedefi kesinleştirmek ve hedefi planlamak. Yeterince bilginiz yoksa nasıl yapacağınızı bilmeyeceksiniz. Hedefiniz kesin değilse tam olarak onu yapamayacaksınız. Belirsiz hedefler arasında dolaşıp duracaksınız. Hedefinizi planlamamışsanız merdiveni adım adım çıkamazsınız. Gittiğiniz yolu kontrol edemezsiniz. Bir adımı ihmal etmek tüm adımların boşa çıkmasına neden olur. Binanızın direkleri ne kadar güçlü olursa olsun, temel zayıfsa binanız çökmeye mahkumdur.
Kesin hedefin gerçekleşme ihtimali bulanık hedefe göre en az yüz defa daha fazladır. Kesin olmayan hedef, uğrundaki binlerce saatlik emeği boşa çıkarır. Çoğumuzun başaramama nedeni hedefsizliğimiz değil, ama hedefimizin bulanıklığıdır. Kesinlik: Tam olarak neyi, tam olarak nasıl, tam olarak nerede, tam olarak ne zaman ve tam olarak ne kadar yapmak istiyorsunuz? İçlerinde bu sorulara cevap bulmadığınız hedefler uğrunda boşuna ömrünüzü tüketir misiniz?
Şiddetli İstemek
Başarmak üretmektir. Üretmiyorsanız başarılı olamazsınız. Her başarının içinde, var olmanın ayrı bir hikayesi yer alır. Tüm başarıların ortak bir özelliği, içlerinde güçlü arzu barındırmalarıdır. Başarı büyükse ona yol açan arzu da büyüktür. Ne kadar başarılıysanız o kadar arzulusunuz.
Herkeste var olan sıradan arzulardan söz etmiyorum. İstemekten, dilemekten, basitçe ümit etmekten söz etmiyorum. Üzgünüm: Sözünü ettiğim arzuyu ifade edecek başka bir kelime de bulamıyorum. Burada herkesin bildiği arzudan değil, çok az insanın bildiği arzudan söz ediyorum.
Kainattaki tüm güç ilişkileri arzu kanuna dayanır. Arzu, manevi gücün doğduğu kaynaktır. Ne kadar çok arzuya sahip olursanız o kadar güçlü olursunuz. Yani arzu ne kadar şiddetli ise sonuç o kadar güçlüdür. Bir Batılı düşünür şöyle der: “Duygularınızın şiddetini bilseydim gelecekte atacağınız adımların büyüklüğünü söyleyebilirdim.” Arzu duygudur ve tüm duygular arzu duygusunda birleşirler. Arzu, yerine göre sevgi olur, yerine göre nefret olur. Tüm duygular arzulamakla arzulamamak arasındaki çizgi üzerinde dizilirler.
Cesaretli Olmak
Cesaretiniz varsa izlerinizi uzaklara taşırsınız. Var olmamız cesaretimize bağlı. Cesaretiniz varsa herkes sizin var olduğunuzu bilir. Sizi insanların dünyasına sadece cesaretiniz taşır. Cesaretiniz yoksa kendi iç dünyanıza hapis olmaya mahkumsunuz.
Katıldığınız bir toplantıda aklınızda kimlerin kalacağına dikkat edin: Kürsüde konuşanlar. Sonra da kalabalık arasında ayağa kalkıp yüksek sesle soru soranlar. Üzerinden koşarak geçtiğiniz vadide, kokularını gizleyen çiçekler dikkatinizi çekmeyecektir. Korku içinizdeki güzellikleri karadelikler gibi yutar, yok eder.
Cesaret gösterebilenler risk üstlenmeye hazır olanlardır.
Şurası kesin: Risk ve sorumluluk üstlenmeyen hiç kimse başarılı olamamıştır. Alışkın olduğunuz hayat size risksiz gelebilir. Aslında rahatlık içerisinde daha büyük riskler vardır. Çoğu insan sineğin ısırmasından kaçarken akreplere yem olur. Bizde “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” sözüyle kast edilen budur. Değişmekten korkuyorsanız riskten kaçıyorsunuz. Değişmezseniz gelişmezsiniz. Yanlış yapma riskini göze alamazsanız doğru yapma cesaretini gösteremezsiniz.
Hemen Yapmak
Hemen yapan, bulunduğu an içinde yapılabilecek olan bir iş arar. Bu sayede güçlü birer gözlemci olur. Ankara’da bir ay boyunca Hızlı ve Etkin Okuma seminerlerine katılan öğrenci arkadaşlara, bulundukları salonun duvarlarında kaç tane tablo asılı olduğunu sordum. Altı tane tablodan kimi üçünü, kimi dördünü fark edebilmişti. Bir ay boyunca oturduğumuz salonun duvarlarındaki resimleri fark edememek ne demektir? Kaderimiz harika fırsatları her gün çevremizde uçuşturuyor. Onlardan hiç olmazsa birini keşfedebilmek dikkatli olmamız sayesinde mümkün. Dikkatli olan insan yapacak hiçbir işi kalmadığında, Barış Manço gibi duvarlarındaki tabloların tozlarını alır, resimlerin yerlerini değiştirir. Zihnimiz kuşların bedenleri gibi hareketli olmalıdır.
İniş çıkışlarla dolu bir hayatta yaşadığımızı biliyoruz. Boğuştuğumuz sorunların biteceği bir günü bekleyerek ömrümüzü tüketirsek hiçbir sorunu çözemeyiz. Çok ilginç: Acılarımızdan kurtulacağımız günü bekliyoruz, ama beklemekle hiçbir şeyin değişmeyeceğini de biliyoruz.
Şimdiyi Yaşamak
Tabiatın tüm varlığı şu anda içinde bulunduğu durumdur: Geçmiş yok olmuştur. Yüz yıl önceki ormanlar şimdi yoktur artık. Yüz yıl sonra sokakların nasıl bir şekil alacağını da bilmiyoruz.
Varlık geçmişten geleceğe uzanan uzun bir yol üzerinde seyreder. Bu yol üzerinde canlı ve cansız varlıklar gözükür, arz-ı endam ederler; sonra kaybolurlar. Her varlığa bu uzun yolda biçilen bir hayat süresi vardır. Dünya dört milyon yıldan fazla bir süredir var. Bu akış içerisinde bir çekirge varlığa koşar; bir mevsim boyunca en iyi nağmelerini sunar tabiata, sonra göçüp gider. Yakamozlar gibidir hayat. Zamanı hızlandırsaydık, gelenlerin gidişinin su üzerinde parlayan ışık yansımaları kadar hızlı olduğunu anlardık. Varlığa çıkış o andır. Damlada parlayan ışık gibi, kainatta bir an görünüp kaybolacağınızı hayal edin. Ne yapardınız? O saniyecik içerisinde tüm kâinatı tanımak, her şeyi tam o anda yaşamak istemez miydiniz?
Aslında ne kadar yaşarsa yaşasın, her şey böylesine bir çırpıda çıkar hayata ve sonra kaybolur. İnsanın yaratılışını düşünün: Bir hücre yaratılır. Bir saniye geçer, yok olur, bölünür; yerine iki tane hücre yaratılır. Yok olan bir hücre var olan iki hücrenin çekirdeği olmuştur. Bazı bakteriler de bir saniye yaşayıp, yerlerine yenilerini bırakarak ayrılırlar bu hayattan. Tüm varlık aynı süreci yaşar. Bitki ölür, yeni mevsimde yavrularına kaynaklık yapacak tohumlarını bırakır. Bir örümcek ölür, bedeni onun yerine gönderilen yüzlerce yavrusuna besin olur. İnsan ayrılır yeryüzünden, bedeni bir çiçeğin vücudunda dirilir. Ruh büyük diriliş gününde, yeni bedeninin çekirdeği olmak için ebedi alemin açılacağı dört mevsimi bekler.
Mazeretlerden Kurtulmak
Kaderin karıncaların karşısına çıkardığı zorluklar bizim karşımıza çıkardığı zorluklardan küçük değildir. Her yağmurda evleri başlarına yıkılan karıncalar vazgeçmezken biz hangi deprem yüzünden vazgeçeceğiz? Yükselmek istiyorsak, bunu başarmak bizim elimizde. Alçaklara inmeyi de biz başarırız. Hem de ne maharetle…
Başaranların hiçbir bahanesi yoktur. Bahanenin “var” olduğu yerde başarı “yok” olmaya mahkumdur. Hiç kimse bahaneyle birlikte yükselmeye devam edemez. Çünkü bahane bulduğumuz anda teslim oluruz. Bahane varsa mücadele yoktur. Bahane bulursanız en küçük başarılarınızı bile yok edebilirsiniz.
Cesaretle üzerine gittiğiniz korku, korku içinde sizden kaçacaktır. Kendisinden kaçtığınız cesaret, cesaretle özerinize korku salacaktır. Hendeklerin üzerinden atlayamayan develer dağları zapt eden komutanların bineği olarak ün salmamıştır. Yüksekten korkan uçamaz, kılıçtan korkan galip gelemez. Ölmekten korkan yaşayamaz. Hastalığa göğüs geremeyen sağlığın huzurunu yaşayamaz. Şimdi dağlarda yuva yapan kartallar bir zamanlar oraya “uçma” zahmetine katlanmışlardı. Dağlara çıkmak için en azından taşların üzerinde yürümeye mahkumuz.
Eseri Tamamlamak
Pek çok insan hayatında devrim yapacak bir sıçrayışın tam ucuna gelir. Birazcık daha dayansa kendisini zirvede bulacaktır. Ama tırmanmayı bırakır. Bir adım daha atamamak, atılan binlerce adımın yok olmasına neden olur.
Başarının olmazsa olmaz kuralı “yapmak”tır. Yapmayı anlamlı kılan bir kural vardır: Bitirmek. Bitmeyen iş yapılmamış iş gibidir. Hepimiz yüzlerce defa teşebbüste bulunduk. Aramızda binlerce insan başarının tam ucundadır. Sadece birazcık daha ısrar etmeye ihtiyacımız var.
Zaten çalışmıyor musunuz? Zaten hayatın yükü omuzlarınızı ezmiyor mu? Zaten büyük çabalar içinde değil misiniz? Bir tek fark yapacaksanız hayatınızda. Bu fark tüm hayatınızı farklılaştıracak. Bu fark sayesinde sandığınızdan daha güçlü olduğunuzu göreceksiniz. Devleşmiş insanlar gibi dahileşebileceğinizi anlayacaksınız: Bitirmek. Başladığınız bir işi bitirinceye kadar devam etmek; başarı budur.
içime korku kaçtı.... yine....
içime korkuyu kaçırdım yine... kaçırmak gerekirken korkuyu tamamen dışına dünyamın..... ruhumun.... sabır sabır sabır sabır.... of Allahım....
2 Eylül 2009 Çarşamba
güzel düşün... unutma kafanın içinde başlar ve biter herşey...
ve deli misin??? neden saçmasapan sebeplerden dolayı vazgeçeceksinki? öğreneceksin işte! insanla başetmekse derdin, savaşmayı bilmiyorsan ve de çatışmayı öğreneceksin... bazen diş göstererek bazen sabırla gülümseyerek... ama savaşmayı öğrenmelisin tatlım yokki başka çaren... kaçmak insanlardan çözüm olmadı... denedin... onu da yaptın... yattın... kaçtın... donduruğunu durdurduğunu sandın hayatı ama aslında akmaya devam etti... sen sadece seçim yaptın ve seçimlerinle yaşadın... ya da yaşamadın...
büyük bir derdin varsa dönüp Rabbine deme sakın "Allah'ım çok büyük bir derdim var" ...., derdine dönüp "BENİM ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR" de be güzelim. benim tüm zamanlarımın "moto"su... O sana yeter gülüm... başka da hiçbirşeye ihtiyacın yok... değil miydi sonuna geldiğini sandığın her yola yol ekleyen... o değil mi sonlarından başlangıçlara çıkaran... o değil miydi herşeyin bittiğini nefes alamadığını düşündüğün anlarda yüreğini refaha eriştiren... mide ağrılarını gideren... topla tatlım kendini, sakin ol ve kafanı topla... sabır ve sebat ve çok derinden yürekten dua ile Allah'ın izniyle olacak... birazcık daha sabret nolur...
canım arkadaşım...
canım arkadaşım, sana minnettarlığımı, hayatıma kattıklarını ve nasıl da şu hayatta şimdiye kadarki EN BÜYÜK hayallerimi gerçekleştirdiğini anlatamam... ve bendeki BÜYÜK yerini... ben istemedim hiç borçlu hissetmemek için ama borçlu hissetmekten çok çok çok öte hissettiklerim ve basit bir iyilikten çok çok çok öte yaptıkların benim için... Umuyorum ki Allah'ım da sana çocuk sevinçleri yaşatsın ve umduğundan çok öte mutluluklar versin...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
her ikisini doyasıya yaşamak varken her ikisinden de olmak...
mümkünse yorumlarını kendine sakla... zaten iklimi yeterince kasvetli olan birine tavsiye edilecek en son okunası öykü bu.... nefret ettim hem de çok... öyküden de onu tavsiye eden senden de....
26 Haziran 2009 Cuma
korkuyorum be canım... senin de mutsuz olmandan korkuyorum... üstelik sende aşkı da hissetmiyorum... ama belki de senin sevebilme kapasiten de bu kadar... aslında bu keskin mantığını ve inadını kıracak şaşırtacak aşık hallerini de görmek istiyorum senin:) ama mutlu olmanı hem de çok... bilmiyorum ne devam et derim sana da ne de dur... ama endişelerimi paylaşmak isterim... dışardan bakan bir çift gözün faydası olur her zaman... umarım...
korkularıyla yaşamak bilincin....
kendimin ne olduğunu düşünmeyi bıraktığımda, sadece kendime odaklandığımda ve sadece ben olduğumda aslında ne kadar mutlu olduğumu ve herşeyin nasıl da yolunda gittiğini farkettim... ve once I did it. başarmıştım... korkularımdan, kendimi konumlandırma telaşımdan, operasyonel şeylere takılmaktan alıkoymalıyım kendimi... tatlım herşey öğreniliyor... biliyorsun sen de herşey öğrenilebilir. bunlar geçecek acemilikler bitecek yeterki sen sabırlı ol... takılma sakın, korkusu acemiliğin saplamasın seni ilk adıma... sen sev kendini yeterki... gerisi geliyor tatlım... merak etme....
merak ediyorum, kafamdaki surların dışına bıraktığım ve aslında çok da yakın olmam gerekenlerini tekrar içeri alabilecek miyim? duvarlar kırılabilecek mi??? yoksa böyle başladı böyle mi gidecek??? aslında hemen şimdi şu an koparıp bağlarını kendinin ve etrafındakilerin saçmalıklarının sebep olduklarının... yıkmalısın şu duvarlarını hemen şimdi...
ya bu kalp çarpıntıları ve baş ağrıları... hep midemin öldüreceğini düşünürdüm kendimi ama beyin kanamasından ya da kalp krizinden gideceğim galiba...
Allah'ım sana emanet ediyorum kendimi, bir "Ol" demene bakıyor herşey... bütün huzurum, sağlığım, sıhhatim, mutluluğum, muvafakkiyetim, ve sana yönelmem... ne olur ...
gidecek yerim olsaydı giderdim...
kapını aç ne olur....
kapını çalan benim...
9 Mayıs 2009 Cumartesi
bitti...
7 Mayıs 2009 Perşembe
yine dolunay ve ben yine ağladım ve sen yine yoktun... biri basiretimi çözsün... plssss....
offf offf... ağlamak ne büyük lutuf verilen... tutmasa da özlenen eski bir yarenin yerini... bir de yarasaydı basireti çözmeye??? yemezdik de yatardık yanında... olacak olacak adam olacak edecem adam beni... hani düşünce bir kalabalığın önünde yine de arkana bakmazsın umut ederek kimsenin düştüğünü görmediğini... öyle olmasını umut ettim bugünün... nedir güzelim seni bu hale getiren??? nedir basiretini bağlayan??? nasıl salak bir düşüncedir bu??? neden aptalca bağlarla bağlarsın elini kolunu??? hemen yeniden konumlandırmalısın kendini... yeniden programlamalı beynini... bu konuda yani... özellikle bu konuda... Allah'ım ne olur yardım et silip atmama aptalca korkularımı ve sağla doğru yargılar doğru tavırlar takınmamı... ne olur Allahım...
yine dolunay ve ben yine ağladım ve sen yine yoktun... ben bir an özledim... ama yarına birşeyim kalmaz... bir sonraki dolunaya kadar...
28 Nisan 2009 Salı
beklemedeyim...
ne yapmak lazım... soluk almadan hiç düşünmeden duraksamadan içinden geldiği gibi durmadan yürümek en güzeli... bir an bile olsa kırpınca gözlerini bir anlık tereddüt ve bir anda gerisine düşmek... peki böyle beklemek mi doğrusu yoksa biraz da ayağa kalkıp hafif bir duruş mu yapmak lazım... galiba -aslında bir an evvel başlamak ve çıkıp kendi kaderimin dizginlerini elime almak istese de ben- böyle yayıla yayıla oturmak ve beklemek ve biraz da sabretmeyi öğrenmek güzel... devamı gelmiyor... to be continue... :s
ne yazık inanmadığın halde söyleyememek...
ne kadar yazık... inanmadığım halde söyleyemiyorum size ve gerçekten endişelenmeme rağmen... bilmiyorum burdan bakılınca pek de anlaştığınızı göremiyorum... ve üzülüyorum... hem de çok çünkü o çok yıpranıyor. ve sense bu ilk tamam ama son mu? yani gerçekten bunca zaman beklediğin insan, aşk evleneceğin adam bu mu? emin misin? anlaşamıyorsunuz işte görmüyor musunuz? siyah ile beyaz kadar farklısınız birbirinizden farketmiyor musunuz? demek istiyorum be güzelim ama korkuyorum... yanlış birşeylere sebep olmaktan korkuyorum... hoş desem de herkes illaki kendi bildiğini okuyor ve ısrarla onu yapıyor... daha önce denemiştim çünkü... durdurmaya çalışmıştım ama olmadı... hep yeterince güçlü mü olamadım diyorum sonra kızıyorum kendime... uff bütün bildiğim korkularım ikinizin evlenip de büyük hayalkırıklıkları yaşamanızla alakalı... korkuyorum aslında yıprandığınız bir evlilik yapmanızdan... ikiniz de ayrı ayrı harika insanlarsanız ama farklısınız işte... şimdi bile bu kadar tartışma ve kavga varken ve hep iteleyerek gidiyorken herşey hep senin itelemenle yürüyorken... sonra ne olacak? yarın evlendiğinizde nasıl olacak sanıyorsun? ben hiç iyiye gittiğini görmedim be güzelim... ve yoruldum... kalbim acıyor artık sevdiklerimin hayalkırıklıklarına öylece tanık olmalara... sevgi asla yetmiyor ki tek başına... ben çekip gitmeyi ya da hiç başlamamayı tercih ettim... huzur asıl önemli olan... huzur varsa sevgi de baki kalıyor saygı da güven de... ama huzur yoksa aslında o ilişkide sevginin saygının ve güvenin varlığından şüphe etmeli... bazen anlık hisler basiret bağlar ama tutup sarsmalı mı iyice... yani buna hakkım var mı??? yoksa göze alıp kötü polisi mi oynamalı... neyse sonunda herkes kendi kaderini yaşıyor...
22 Nisan 2009 Çarşamba
her ayrılık bir başlangıç bu gidişle sonum olmaz!!!
22 Şubat 2009 Pazar
sana yazmayı unutmak, ağlamayı unutmak gibi bişey...
Sorry seems to be the hardest word....
(to me...)
What have I got to do to make you love me
What have I got to do to make you care
What do I do when lightning strikes me
And I wake to find that you're not there
What do I do to make you want me
What have I got to do to be heard
What do I say when it's all over
And sorry seems to be the hardest word
It's sad, so sad
It's a sad, sad situation
And it's getting more and more absurd
It's sad, so sad
Why can't we talk it over
Oh it seems to me
That sorry seems to be the hardest word
What do I do to make you love me
What have I got to do to be heard
What do I do when lightning strikes me
What have I got to do
What have I got to do
When sorry seems to be the hardest word
21 Ocak 2009 Çarşamba
eskilerden... çoookkkk....
Mavinin esrarengizliği Tüm gücüyle çekiyor bedenimi derinliklerinde
Arkdamdan bir çift el gibi dipsizliğe itiyor serin bir meltem
Sana yer yok bu dünyada der gibiler
Doğanın ölümsüz güzellikleri....
20 Ocak 2009 Salı
cn olmdn dm çrpn grplr ülks...
Allah hayır etsin sonunu... bu küçük beyinli üç böceği de Ona havale et... umarım yanılıyorsundur ve sadece gereksiz alınganlık hassaslıktır bu yaptığın... yoksa... yapacak bişey yok... dua edip hikmetini göstermesi için yoluna devam edeceksin...
ne acı... konuşamamak... paylaşamamak.... "ya saçmalama sen kendini biliyorsun, seni bilen biliyor, hem belki de sen hassaslık yapıyorsun, ya da gerçekten bu ise kastettikleri, salla gitsin" diyecek birinin olmaması... anlatamamak... :(
12 Ocak 2009 Pazartesi
seviyorum böyle tezatlıkları
birtek onun şiirlerini severim ben
sana bahsetmis miydim
adamını kafası da benim gibi çünkü...
severken dövenlerden....
gelirken gidenlerden...
giderken gelenlerden
döverken sevenlerden
yani garip ,
anladığını sanırsın anlamazsın
anlamadığını düşünürsün ama anladığını farkedersin
seviyorum böyle tezatlıkları yani
içiçe girmiş tezat kavramları
eğlenceli geliyor
sonuçta sallanmak ama
istikrarlı ve tutarlı bir denge değişimi söz konusu
bir bilmece gibi
herşey şimdi başlar ve şimdi biter... present (armağan = şimdi)
düştüm ve dizlerimi kanattım... çok acıdı... gençliğin verdiği heyecanla o kadar hızlı koştum, deli gibi koştum durmadan... yapabileceğimi sandım, bana birşey olmazdı... ama düştüm işte... ve ayağa kalkmam biraz zaman aldı... hala zaman alıyor... düşerken sadece dizlerimi değil özgüvenimi de kanattım... aktı gitti... geriye az birşey kaldı... şimdi ayağa kalkıp son bir kuvvetle derinlerde kalan o az bi güvenle, yaşamak mecburiyetiyle tekrar yürümeyi deneyeceğim... kanayan yaralarıma aldırmadan... nasılsa dinecekler ve kabuk bağlayacaklar... izleri kalacak belki ama iyileşecekler... ben sadece çok daha yavaş çok daha temkinli bir şekilde yürümeye çalışacağım... yürüyeceğim bile diyemiyorum... o kadar derin bu korku... ne acı... koşmayacağım biliyorum... çünkü ulaşmayı hedeflediğim bir yer yok, dolayısıyla hedefe ulaşmanın vereceği mutluluğu tahmin etmek yok, ona ulaşmak için önüme bakmadan deli gibi oraya, zirveye, havaya bakarak koşmak yok... şu anda attığım her adımı yaşamak var planlarımda... her anın tadını çıkarmak, doyasıya... şu anda mutlu olmak... heryer karanlık.... farları ile ben önündeki 10metreyi aydınlatan bir araba gibi ülkenin bir ucundan bir ucuna gideceğim... sonunu görmeye çalışmadan... andan kopmadan, yarına bu kadar kapılmadan, ve mutluluğun hayalini hissetmekten vazeçip gerçekten mutlu olarak...
ne güzel bütün cümlelerimin içinde "şimdi" var artık... "yarın"ı çıkarmayı başardım en sonunda... sanırım öğenmeye başladım... çünkü herşey şimdi başlar ve şimdi biter... başladığında da bittiğinde de içinde bulunduğun an "şimdi"dir.... present is the best present ever given... şimdi verilen en büyük armağan bize...
sen ve güzel bişey
böyle biri
sen ve güzel bişey
:))))))))))))))))))))) (doğru söze ne denirki???)
11 Ocak 2009 Pazar
A.S. Pushkin (from me)
Dinleyin beni, ben dilersem eğer, siz
Benimle bir olabilirsiniz.
İhtiras alışverişine kim giriyor, kim?
Aşkımı satıyorum ben,
Hayatı pahasına bir gecemi benim
Söyleyin, kim satın alacak içinizden?"
yine dolunay ve yine ben...
değilsin, güçlü adam savaşır ve kazanır... sen hep kaçıyorsun...
memleket gözlüm... 2me
Hapiste günler ağır geçer diyorlar
Olsun be ben vazgeçtim hürriyetimden
Yeter ki yetim bir çocuk gibi bırakma yüreğimi
Zira sensiz bu can bir yüktür yüreğime
Kaldır öpülesi alnını ve bak bana
Gördün mü gülüm bir tek gözlerim değişmedi yine
Bir tek gözlerim
Benim en büyük kudretim
Senin sahiden şehrimde olduğunu bilmek
9 Ocak 2009 Cuma
zizu1912'den... thnx...
Follow these six rules as you write... natalie goldberg...
1 Keep your hand moving. (Don’t pause to reread the line you have just written. That’s stalling and trying to get control of what you’re saying. Don’t stop until the time is up.)
2 Don’t cross out. (That is editing as you write. Even if you write something you didn’t mean to write, leave it. Don’t backspace.)
3 Don’t worry about spelling, punctuation, grammar. (Don’t even care about staying within the margins and lines on the page.)
4 Lose control.
5 Don’t think. Don’t get logical.
6 Go for the jugular. (If something comes up in your writing that is scary or naked, dive right into it. It probably has lots of energy.)
Writing practices are raw, wild, and free flowing. The aim is to burn through to first thoughts. There is no good or bad with Writing Practice. It is what it is. Most importantly, Writing Practice keeps us in the practice of writing. It serves as the most basic approach to any writing we do, including finished pieces.
Pick up your favorite pen. It should be a fast-writing pen. Grab a spiral notebook. Nothing fancy. Or, if you prefer, use your keyboard.
Select a Writing Topic. Set a time limit. Ten minutes works well to begin. We’ve noticed we tend to go deeper with our writing when we write even longer.
The timed aspect of writing is important. Whatever amount of time you choose, you must commit yourself to it for the full time. Set an intention - 10 minutes, 20 minutes, half an hour. Then, Go!
http://link.brightcove.com/services/link/bcpid1315753333/bctid1431497737
natalie goldberg.... writing practices...
When I’m really writing it takes every cell in my body, total concentration,
and my whole life is in it. My whole life is on the line.
When I’m painting, I’m whistling, I’m playing music, I’m just happy.
The predominant emotion is happiness. With writing there isn’t any predominant emotion.
My whole life is distilled into that task. And I give my life over into the tip of that task.
I want to say my whole life is distilled into god — if god is everything.
http://redravine.wordpress.com/2008/05/13/interview-with-author-and-artist-natalie-goldberg/
pablo neruda... ode to things.... Oda a las cosas...
allthings,
not because
they are
passionate
or sweet-smelling
but because,
I don’t know,
because
this ocean is yours,
and mine
Don't call it Gaza, It's Palestine
Jan 7, 2009The ultimate Israeli objective in Southern Palestine is to create a neutralized "Gazan" regime that is geographically and politically separate from the regime in the West Bank. It has always been part of Israel's strategy to split the Palestinian people into West Bankers and Gazans. Since the starting of the First Intifada in 1987 Israel looked for ways to split the cohesiveness of the Palestinian people. I doubt if at that time their intention was to create two geographically and politically separate groups of Palestinians, but it looks like Israel is about to harvest the fruits of many years of planting and replanting.Incidentally, I remember Western Media as well as Arab Media talking about the two million dollars that the US was sending FATAH, the party of Mahmuod Abbas to use for campaigning at the same time that Hamas was getting millions of dollars from states that were friendly with Israel and others which were not, such as Iran. This fact was ignored by the media. On the contrary even Western Media was talking about the positive aspects of Hamas social programs, meaning schools and hospitals while at the same time "exposing" the "corruption" of FATAH " fat cats". Why?America and Israel were aware of Hamas' challenge to FATAH and did nothing to stop it. The Palestinians did not need to have an election at that time. If Israel and the US were so concerned about the Palestinian people they would have worked for the establishment of a Palestinian State and made sure that a friendly regime was in place. The ironic thing that the U.S. and Israel did was to "help" Hamas get into a power position and immediately they opposed it. They opposed a situation that they helped create. Why?Hamas won the election on January 25, 2006, but in 2005 an Israeli General who warned that Hamas was arming the public to overthrow Fatah was reprimanded. Why would Hamas be allowed to arm itself and enter an election? Why?On June 14 Hamas took over the control of Gaza after overthrowing Fatah leadership and security apparatus as Israel stood on the side line and watched as one of its main objectives was finally coming into reality, two separate Palestinian entities opposed to each other creating two regimes to mirror the two spectrums of the Arab regimes in the area. Israel could have stopped Hamas take over with one F-16 sortie or even an Apache, but chose not to. Why? With Hamas take over the Palestinians finally came around to exactly where Israel wanted them to be. Geographically, politically, socially, and otherwise different from their brethren in to the north.Today, we see Western Media, Arab Media, Palestinian Media, World governments and their people including Arab Governments and their people calling it nothing but "Gaza" and the Palestinians there as "Gazans". "FREE GAZA" we now say, not "free Palestine". That is exactly what Israel wants, for the world to start calling that Palestinian territory, Gaza. Palestine is in Ramallah, Gaza is in Gaza. There are Palestinians, and there are Gazans, just like there are Iraqis and Kuwaitis, Syrians and Lebanese, Egyptians and Sudanese, etc etc... It looks like Strategy For Israel In the Nineteen Eighties also known as The Zionist Plan for The Middle East is finally reaching the Palestinians after visiting Iraq and Sudan.Israel did not "get" Hamas all the way here to destroy it, no, but it wants to disarm it just as the U.S did with Saddam and his scuds, Israel want all Hamas heavy guns destroyed for now, until the time comes when Hamas is no longer needed just like Saddam. In my opinion it is not in Israel's favor to eliminate Hamas at this time, on the contrary, it is in its favor to allow Hamas to become a stronger political organization equally accepted in the Arab world as well as in the World just as another regime in the Middle East, like the Hashemites in Jordan, Ba'ath in Syria, Fatah in Ramallah. Its not Hamas rockets that Israel is after, but rather the wholesale liquidation of the Palestinian problem.Does it have to happen like that? Of course not but it seems that all parties involved ,with no exceptions, find themselves in a position without any other alternatives but to continue with this separation. The ball is in the people's court now. Maybe that is why Israel is targeting the people.
A.S. Pushkin (to me)
To die down thoroughly within my soul;
But let it not dismay you any longer;
I have no wish to cause you any sorrow.
I loved you wordlessly, without a hope,
By shyness tortured, or by jealousy.
I loved you with such tenderness and candor
And pray God grants you to be loved that way again
7 Ocak 2009 Çarşamba
Everytime - Lincoln Hawk (to me)
Every time you walk away or run away
You take a piece of me with you there
Oh it seems I'm walking right to your door
With my heart still resting, looking for something more
Are you ever going to see everything you mean to me?
I'm trying really hard to believe
Nothing feels right when left here on my own
Left last night It seemed like way too long
Are you ever going to see everything you mean to me?
I'm trying really hard to believe
Every time you walk away or run away
You take a piece of me with you there
Come back to me
Smile and you'll make my life complete
5 Ocak 2009 Pazartesi
etmiyorum eywallah...
Fırsatım vardı olmadı
Birazcık şahlansam yakıştırılmadı
Tatmin oldular
Elden bir şey gelir mi
Kıymet bildiklerim gibi
Benim de bilinir mi
Sen haklıydın her zaman… annem gibi
Haksızlığı da koydum bavula
Yalnızlığı da aldım yanıma
Teşekkür ettim her şey adına
Gidiyorum gidiyorum ama bitmiyorum
Haksızlığı da koydum bavula
Yalnızlığı da aldım yanıma
Teşekkür ettim her şey adına
Gidiyorum gidiyorum ama etmiyorum…
Eyvallah!!!
diri diri gömmek hayata...
yazık yaa... senin yüzünden şu dünyaya bir çocuk getirmekten bile korkuyorum... hoş o çocuk hiç doğmayacak zaten... kendimi kurtaramadım sen olup çıkmaktan... ama onu kurtaracağım... yazık... ölü bir çocuk doğurmak ve onu hayatta ölüme mahkum etmek... diri diri hayata gömmek bir çocuğu...nasıl bir işkencedir yarabbim...
yaşarsın şimdi sen de isyanlarını beyninde... tek bir laf ve kopsun kıyamet...
acıya kaşarlandık...
dedim ya sana benim zaten canım burnumda... dedim ya sana benim zaten takatim kalmadı canımın sıkılmalarına... nasırlaşmış dedim belki de acıya kaşarlandık demek daha doğruydu... en komiği de başkaları ile ilişkilerindi sebebi tartışmaların... ama seni tanımamı sağladığı için de minnettarım... yalan birine dost demişim... ki ben inanmıştım... ki ben hala salaklık derecesinde saflıkla inanıyorum...
Allah yolunu açık etsin inşallah... ve önce Kendisini sonra da kendini buldursun sana insallah....
1 Ocak 2009 Perşembe
acı gerçekti, mutluluk ise aptal bir hayal....
galiba hayatım boyunca acıyı gerçek mutluluğu da hayal olarak gördüm...
belki de o yüzden hayatım boyunca hiç hayal kurmadım... hayal aptallıktı...
mutlulugun hayalini kurmak ise aptallığın en dibiydi... o yüzden düşüncelerimde
bile kendimi acıya inadırmak daha kolay oldu... hayali acı ile gerçek gözyaşları
dökmek alışkanlık oldu.... zaten hep beynimde yaşadım isyanlarımı, hep içimden
savurdum küfürlerimi bile... hiç duymadın... zehiri yine içime aktı... anladım o yüzden
bu denli derin boşluk düşüncemdeki ben ile fiiliyattaki ben... çünkü isyanları
kavgaları beyninde eden ben, olgunluk efendilik erdem adına dışarıya sustu...
suskun yüzümdü görünen.. Senin Rızan diye kandırması da kendimi cabası... olsun yine de
merhameti bol olan Sen, belki de gerçekten kabul eder, gerçekten razı olursun susmalarımdan...
zaten başka da kıymet bileni olmaz.....
düşüncelerimde bile senin öğretilerinle yön verirken hayatıma yakaladım kendimi...
yeniden programlamak mümkün müydü acaba kişiliğimi ve beynimin düşünme
şeklini, yoksa hayatım boyunca mahkum mu kalacaktım bu yanlışa, hayatımdan hayat
kendimden beni çalan sana... gitmek çözüm olur mu??? ki aslında çok daha toyken denemiştim
işe yaramadığını görmüştüm gitmelerin... yanımda götürdüğüm çünkü senin zehirinle erimiş bir beyin, bir ben, kayıp ezik bugünlerin, zamanelerin deyimiyle.....
mutlu bir yıl diliyorum tatlım sana... şu bozuk gen'ini tamir ettiğin ya da tamamen koparıp attığın yok ettiğin bir sene diliyorum güzelim....
yepyeni bir senede küllerinden doğan yepyeni bir ben olmayı başarman dileklerimle...
mutlu yıllar....